EFLATUN CEM GÜNEY


MASALCI BABA
Yazar, halkbilimi araştırmacısı,
Eflatun Cem GÜNEY 1896 yılında Hekimhan ilçesinde
doğdu. Sivas Lisesi'ni bitirdi. Konya öksüzler Yurduna Türkçe
öğretmeni olarak atandı. (1918)
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne seçildi. Kuva-i
Milliye'nin yayın organı olan Gazetesi ve İrşat Dergisini çıkardı. ilk
Maarif (Milli Eğitim) Kongresi'ne öğretmenler Cemiyeti temsilcisi
olarak katıldı. Birçok farklı lisede Türkçe öğretmenliği yapması
yanında Eskişehir'de istiklal Dergisi, Kayseri'de Misak-i Milli
Gazetesi, Sivas'ta ve Samsun'da Duygu ve Düşünce, Afyonda Taşpınar
Dergisini çıkardı gittiği her ilde çıkardığı dergiler ve yazılarıyla
Anadolu gazeteciliği ve dergiciliğine önemli katkılarda bulundu.
Topkapı Saray Müzesi müdür yardımcılığı görevi yapmıştır (1950)
Eserleriyle "Masal Babası" unvanını kazanan Eflatun Cem Güney
eğitimciliğinin yanı sıra Anadolu basınını yüreklendirici
girişimleriyle de Türk Eğitimi'ne önemli katkılarda bulunmuştur.
Eflatun Gem Güney 83 yaşındayken İstanbul'da vefat etmiştir.
BAŞLICA ESERLERI
Dertli Kaval (1945),
Halk Sun Antolojisi (1947),
En Güzel Türk Masalları (1948),
Halk Türküleri (1953/1956),
Bir Varmış Bir Yokmuş (1956),
Nasreddin Hoca Fıkraları (1957),
Evvel Zaman içinde (1957),
Dede Korkut Masalları (1958),
Aşık Garip (1958-1964),
Kerem ile Aslı (1959),
Tahir ile Zühre (1960),
Gökten Üç Elma Düştü (1960),
Folklor ve Halk Edebiyatı (1971).
Eflatun Gem Güney'in halk ağzından derlediği idi ile Bıdı masalını
aşağıda mutlaka okuyunuz.
IDI İLE BIDI
Develer tellal iken, piriler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır
mıngır sallarken memleketin birinde ıdı ile Bıdı denen bir kari-koca
varmış.
Mübarekler sanki birbirinin kaburgasından yaratılmış; ikisinin huyu da
suyu da 0 kadar birbirine benzermiş. Kim ne derse ona inanır,
yüzlerine gülen ekmeklerini ellerinden alırmış. El alemden ağızları
yandığı için etliye sütlüye karışmaz, suyu bile üfleyerek içerlermiş.
Eh oğul yok, uşak yok; sığır yok, sıpa yok; geçinmeyecek ne başları
var! Dağa gider, odun toplar; bağa gider, bel beller; gül gibi geçinip
giderlermiş...
Günlerden bir gün baş başa vermiş de başlarından geçeni konuşur
dururlarmış. Bir ara karisi:
- Idı ! demiş Kocası da:
-Ne diyorsun Bıdı ! demiş
-Ne diyeceğim, Allah yüzümüze baksa da bize bir evlat verse, derim.
Adam bu söze gülmüş:
-Bre Bıdı, demiş nerede 0 talih biz de! Gökten yağmur yerine inci
yağsa, yine bir tanesi başımıza düşmez.
- Ben de biliyorum öyle ama, söz misali... Hani "olsa ile bulsa, bir
araya gelse, görmemişin bir kızı, Kör Memiş'in bir oğlu olsa'. derler
ya, veren Allah bize de verecek olsa, oğlan mı istersin, kız mı
istersin? diye sormuş.
Idı:
İstemekle olursa ben altın perçemli bir oğlan isterim demiş. Bıdı da.
-Yook! Doğrusu, ben sırma saçlı bir kız isterim. Han Allah bana böyle
bir kız ihsan etse ninnilerle uyutur, el üstünde büyütürdüm. dile, bir
güzel olurdu ki, doğan aya "ya sen doğ, ya ben" derdi; güldükçe güller
açılır, ağladıkça inciler saçılırdı... Acep insan bakmalara doyar mi
ki! Yüzüne bakanın nasibi, kısmeti artardı. Bu böyle olduktan başka,
üstelik on parmağında on hüner olurdu; bir hali dokur, bir hali
dokurdu ki... kim var kim yok cümle alem oturur da yine bir yanı boş
kalırdı. Hele dile bir sofra donatır, yiyip içende, yine de yetip
artırdı. 0 zaman herkesin gözü üstünde kalırdı ya, yağma yok,
dizimizin dibinde ayırmaz; eteğinin ucunu kimselere göstermezdim; ne
küçük vezirin oğluna verirdim, ne büyük vezirin; alırsa padişahın
oğluna verirdim de, varır saraylarda sultan olurdu.
Bıdı böyle atıp eğirinci kocası dayanamadı:
Hele sen sus, sultan anası, dedi. Allah bana da altın perçemli bir
oğlan verse, yemez yedirir; giymez giydirir okutur dokutur, öyle bir
adam ederdim ki, kaleminde kan damlar; ağzından cevahir olurdu,
alimallah görenin parmağı ağzında kalırdı; hele kızların .. ille ve
lakin ne küçük vezirin kızını alırdım, ne büyük vezirin; alsam alsam
padişahın kızını alırdım.
Öyle bir düğün yapardım ki...
Idı da bu kadar yükseklerden ucunca, karisi duramadı:
-Bre ıdı, dedi, büyük lokma ye de, büyük söz söyleme; Allah sana böyle
altın perçemli bir oğlan yerine kel bir oğlan verirse.. 0 zaman tut
perçeminden çal duvara.
Bıdı, böyle bir söz dokundurunca kocası:
Karıcığım, dedi neredeyse bizde el alem gibi saç saça baş başa
geleceğiz. Benim altın perçemli oğlumu gözüm götürmedi galiba! Allah
gönlüme göre hayırlısından, ömürlüsünden versin de varsın kel oğlan
olsun.
Kuru yerde yatan minare kadar rüya görür derler; Idı ile Bıdı da yedi
yıl bu hülya ile avunmuşlar ya, Allah ne yapmaya kadir değil. Gel
zaman, git zaman, bunlara sırma sac! bir kızla altın perçemli bir
oğlan vermiş; gönüllerine göre besleyip büyütmüşler; günün birinde a!
bayrak kaldırıp toy düğün etmişler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım
kerevetine, gökten üç elma düştü; böyle bir murat isteyenlerin
niyetine ...
Fuat OVAT
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
fuatovat@hotmail.com
“Yokuşlarda ter dökerek,
inişlerde tırnak sökerek giderken
önlerine öyle bir dağ dikilmiş ki, ne
dolanı çıkılır, ne tırmana tırmana. Ha
işte, bu dağın böğründe bir yol bir iz
ararken görmüşler ki, ne görsünler,
gözleri ışıl ışıl, tüyleri kolan kolan
bir kurt, bir çalı dibinde inildeyip
duruyor. Meğer kurdun ayağına öyle bir
çakır diken saplanmış, öyle bir çakır
diken saplanmış ki, nasıl deyim, kara
saplı bıçak gibi, ta varıp kemiğe
dayanmış...”
Az mı dinledik buna
benzer masalları radyonun gözde iletişim
aracı olduğu günlerde. Yazı dilinden
başka bir anlatım bu; halk
hikâyelerinden izler taşıyan, biraz da
meddahları hatırlatan. Masallarda böyle
kişisel, kendine özgü bir anlatım yolu
tutturmuştur Eflatun Cem Güney.
Masallar, halk hikâyeleri
söz konusu olunca Eflatun Cem ile
birlikte sevda da hatırlanmalıdır. Çünkü
o, bu tür halk ürünlerine gönülden
bağlıdır, bunları yayına hazırlarken
gerçek bir folklorcu gibi davranmakla
kalmamış, aynı zamanda bir sanatçı,
yaratıcı bir yazar gibi çalışmıştır.
“Masallara yeni renkler, motifler
katmış, yepyeni varyantlar yaratmıştır.”
(1)
Dertli Kaval, Âşık Garip,
Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre onun
kitaba geçirdiği, bize ulaştırdığı ve
sevdirdiği halk hikâyelerinden bir kaçı.
Bu yanıyla o, çağdaş bir halk
hikâyecisidir.
Hekimhan’da,
1896’da doğan Eflatun Cem, Telgraf
müdürü Ahmet Hurşit Beyin oğludur.
Ölümle erken tanıştı: o, daha altı
yaşında babasını, yedi yaşında annesini
yitirdi. Amcası Sivas Posta Müdürü
Şevket Beyin yanında büyüdü. Birinci
Dünya Savaşı’nın henüz sona erdiği
günlerde Sultaninin Edebiyat Bölümünü
bitiren tek öğrenciydi.
DERTLİ KAVAL HİKÂYESİ
Öğrenim döneminin sonunda
Konya Öksüzler Yurdunda Türkçe öğretmeni
olarak çalışmaya başladı. Mütareke
günlerinde duygularını şiirlerle
anlattı. 19 Mayıs, içindeki kurtuluş
umudunu yeşertti. İlk Kuvayi Millîye
Marşı’nı yazdı. Anadolu ve Rumeli
Müdafaai Hukuk Cemiyetinin Konya’daki
çalışmalarına katıldı. Kuvayi
Millîye’nin Öğüt gazetesi ile İrşat
dergisinde çalıştı. Kurtuluş
edebiyatımızın ilk eserini, Matem
Sesleri adlı şiir kitabını
yayımladı; millî bir ruhla söylenmiş
şiirlerle marşlar yer alır bu kitapta.
Hamdullah Suphi’nin
bakanlığı döneminde toplanan ilk Maarif
Kongresine katıldı. Kayseri Sultanisi
Türkçe öğretmenliği sırasında Nafi Atuf
Kansu’yla birlikte Misakı Millî
gazetesini çıkardı. Ankara’da,
Reşat Nuri, Ali Canip, Hasan Ali’yle
birlikte Türkçe, Edebiyat kitaplarının
incelenmesi çalışmalarına katıldı.
Eskişehir, Sivas, Samsun, Afyon,
Kütahya, İstanbul gibi Anadolu'nun
birçok yöresini öğretmenlik görevi
nedeniyle tanıdı. Bu yörelerde yerel
sanat dergilerinin çıkmasına önayak
oldu.
Oğluyla birlikte
Dertli Kaval hikâyesini yazdı, ne
yazık ki hikâyenin gazetelerde
yayımlanacağı günlerde oğlunu yitirdi.
Tarifsiz acılar yaşadı, kırk gün kırk
gece kapanarak İnsan Çocuğa Ağıtlar’ı
yazdı.
HER DERDE DEVA ÇİÇEKLER
“Yurdumuzun sadece insanı
büyüleyen bir güzelliği değil, sır ve
sihirle yoğrulmuş folklor özellikleri de
vardır: Yaylaların birinde murat
kapıları açılır; adaklar adanır,
niyetler tutulur... ötekinde çiçekler,
çiğdemler burcu burcu konuşur. Biri,
“ben şu derde devayım” der; öbürü, “ben
de şu hastalığa şifayım” der, der ama,
gene duyan duyar, duymayan duymaz...”
(2)
Güney, kendini halk
edebiyatıyla ilgili çalışmalara vermiş,
ozanlarımızla ilgili çalışmalarla yayın
dünyasında kendine yer bulmuştur.
Halk Şiiri Antolojisi,
Halk Türküleri gibi kitaplarda
onun imzasını görürüz. Bir de oğluyla
birlikte yazdığı Âşık Meslekî, Âşık
Kâmili, Âşık Ruhsati, Erzurumlu Emrah
gibi eserlerde.
Daha 1918’de Konya’da
öğretmenliğe başladığı günlerde folklor
araştırmalarına da başladı. Bir yandan
derleme, tarama çalışmalarını
yürütürken, bir yandan da topladıklarını
işleme, değerlendirme çalışmalarına
girişti.
Çalıştı, çabaladı,
çıktığı yolda güçlüklerle karşılaşsa da
yılmadı, yıllarca yürüdü. Akıp giden
zamana karşı durdu bir bakıma. Zaman
geçip giderken folklor değerlerimiz
kaybolmasın istedi. Bir adım ötede,
bunların halk ağzı ve halk zevkiyle
işlenerek millî kütüphanemiz için
değişmez, kılına dokunulmaz demirbaş
nüshalar durumuna getirilmesini
amaçladı.
Onun karınca gibi
çalışarak oluşturduğu metinlerin kılına
dokunulmaz demirbaş nüshalar olup
olmadığı tartışılabilir; belki böyle bir
amaç belirlemenin gerekli olup olmadığı
da. Ancak, onun oluşturduğu eserler halk
ağzından özellikler, halk zevkinden
izler taşımaktadır.
Folklor ona göre şu
başlıklarda toplanır: Millî destanlar,
destan tipi hikâyeler, halk hikâyeleri,
halk masalları, mitler ve halk
efsaneleri halk fıkraları, atasözleri,
türküler.
SÖZ, YAZI, GÖNÜL YAYLASI
“Bu masallar, bu
hikâyeler, sözlü gelenekteki ağız
tadıyla işlenerek halk klâsiklerimizin
demirbaş nüshaları meydana
getirilebilir... Bu destanlar, bu
efsaneler, bizi kendi dar kabuğundan
çıkarıp toplumun gönül yaylasına
ulaştıracak yeni eserlerin yazılmasına
yol açabilir... Bu güzellemeler, bu
yiğitlemeler; şu manasız şiir
çırpınmaları yerine, yüreklere derinlik,
enginlik verecek bir şiir çağlayanı
olabilir... Bu türküler, koşmalar ve bu
ilâhîler, nefesler ses ve saz
sanatçılarımızın dillerine tat,
tellerine halavet katacak bir ezgi
demeti olabilir.. Folklor edebiyatımıza,
folklor müziğimize ait olan kimi eserler
de, batı tekniği ile işlenerek yeni bir
sanat, yeni bir edebiyat şekline can
verilebilir...” (3)
O bu türlerin hepsini
sever ama masallara sevdalıdır. “Ben
masal analarının dizi dibinde yetiştim.
Tadı damağımda kalmıştı onların
masallarının. (...) sonra bu masalların
birer sanat değeri olduklarına inandım.
Sözlü bir gelenek hâlinde sürüp gelen bu
masalları aynı anlatış tadıyla kaleme
almaya çalıştım.”
KALBİN GÜLEN VE AĞLAYAN
TELLERİ
Eflatun Cem Güney,
geleneksel halk hikâyelerimizi ve
masallarımızı derlemekle kalmadı,
kendisi de masallar yazdı. Bu nedenle
Masalcı Baba olarak ünlendi.
“Ya şu tandır başı; ne
masallar, ne masallar var orada; makas
kesmedik, iğne batmadık masallar. Hele
iki tekerleyip bir yuvarlamasını bilen
masal ustalarından dinlenirse tadına
doyum olmaz. Doğrusu, ağızlarından bal
akar, dilleri de kaymak çalar balın
üstüne...” (4)
Eflatun Cem Güney, şehir
şehir, köy köy, dağ tepe dolaştı.
Masallar dinledi, kaydetti onları,
yoğurdu, özümsedi, kendi diliyle yazdı;
okuyucuları, daha çok çocukları,
gençleri ama her yaştan insanı
buluşturdu masallarla.
Çalışmaları ilgi ve
beğeniyle izlendi. Masal alanındaki
çalışmaları uluslar arası bir seçici
kurulca dünya çocuk ve gençlik
edebiyatının en iyi örnekleri sayıldı,
ona Andersen Ödülü verildi. “Hans
Christian Andersen Medal Kurumu” çağdaş
masal yazarları içinde, Eflatun Cem’in
Açıl Sofram Açıl kitabındaki
masalları, 55 milletten şeref listesine
aldığı 11 eser arasında en mükemmeli
kabul etti, ona Andersen Payesi Şeref
Diploması ve Dünya Çocuk Edebiyatı
Sertifikası verdi (1956). 1960’ta “Dede
Korkut Masalları ile aynı ödül bir kez
daha verildi Güney’e.
İNSAN RUHUNDA GEZİ
Eflatun Cem Güney’e göre,
halk ruhunun vatanı olan masallarda halk
kendini, kendi dilini, kendi kalbini,
kalbinin gülen ve ağlayan tellerini
bulur: “Bilindiği gibi masallar, halkın
hayal gücüyle yarattığı verimlerdir.
Fakat bunlar sadece birer kuru hayal
değildir: gerçeğin de büyük payı vardır.
Halk hikâyelerinde gerçek ön plânda,
hayal arka plânda gelir. Bu gerçekler
düpedüz değil de masal motifleriyle
anlatılır. Bu bakımdan kendi
toplumumuzun yaşantılarını da bize
öğretir. Hele insanı insana tanıtıcı
yönü daha kuvvetlidir. Gerçekten
masallar insan ruhlarında yapılmış
gezilerdir. Halk ruhunun vatanı olan bu
eserlerde halk kendini, kendi dilini,
kendi kalbini, kendi kalbinin gülen ve
ağlayan tellerini buluyor.”
Gözlerini yitirdi, genel
olarak sağlığı bozuldu. Ama boş durmadı.
Masallar üzerinde yoğunlaştı. Derlediği
masalları titizlikle değerlendirdi.
Masalları halkın ağzından çıktığı
şekilde değil, kendine özgü bir üslûpla
anlatmayı tercih etti. 30’u masal olmak
üzere 62 kitabı yayımlandı.
“Keloğlan, Peri kızı,
Devanası, Yedi Köyün Yüzkarası, İddi ile
Bidı, Hılı ile dılı, Kara Ese, Sarı
Köse... Bu masal kahramanlarının hamuru,
mayası bir ama, huyu, suyu bir değil;
akı da var, karası da... Akyürekliler
arasında, gönül alıp kâbe yapanlar mı
dersin, hakka hakikate tapanlar mı... On
parmağını kandil edip yakanlar mı
dersin, on parmağında on hüner olanlar
mı... (...) Karayürekliler arasında da,
kendilerini dev aynasında görenler de
vardır, burnu Kaf dağında gezenler de.
(...) Saman altından su yürütenler de
vardır, ipe un serenler de... Görülüyor
ki içlerinde beğenilen, örnek edilmesi
değenler de bulunuyor, beğenilmeyen,
şerrinden kaçılması gerekenler de...
İşte masalların da asıl eğitim değeri
burada...” (5)
GÖZLERİMİN SON ÇIRASI
1972’de, ölümüne 9 kala
jübilesi yapıldığı gün, “Karlı dağın
başına bir güneş çaldı.” der. Oysa,
gözlerini kaybettiğinden dağı, karı,
güneşi görmesi mümkün değildir. Alçak
gönüllü, ince ruhlu bir sanatçı olan
Cem, gönül gözüyle görür, yaren diliyle
konuşur. Gözlerinin görmeyişine
üzülmekle birlikte, son yazdığı kitabı
için benzetmesi ilginçtir: “Gözlerimin
son çırası.”
Çocuk edebiyatımızın
verimli bir yazarı olan Eflatun Cem
Güney, birçok masalımızın günümüz
Türkçesiyle gün ışığına çıkarılmasında
büyük çaba gösterdi. Halk Şiiri
Antolojisi, Dertli Kaval , En Güzel Türk
Masalları, Halk Türküleri, Bir Varmış
Bir Yokmuş, Nasrettin Hoca Fıkraları,
Evvel Zaman İçinde, Dede Korkut
Masalları, Gökten Üç Elma Düştü, Az
Gittim Uz Gittim, Folklor ve Eğitim,
Folklor ve Halk Edebiyatı onun bize
armağanı kitaplardan bazıları.
“Yıllar tüketmedi, şu
kalem tüketti beni. Söyleyecek yeni bir
şeyim kalmadı, yazacak, söyleyecek şeyi
olanlara bizden selâm olsun.” diyen
Eflatun Cem Güney aldı başını gitti 1981
yılı Ocak ayının ilk günlerinde.
Biraz Köroğlu’nun Bolu
Beyi’ne seslenişindeki yiğitlik; “Benden
selâm olsun Bolu Beyi’ne.” der
gibi. Biraz da, durumunu tevekkülle
kabullenme, baş kaldırmak bir yana,
giderken kalanlara gönülden bir selâm
verme.
Bu selâm , “yazacak,
söyleyecek sözü olanlara.” Yunus,
Mevlânâ, Hacı Bayram-ı Veli, Kaygusuz
Abdal, Akşemseddin gibi...
KAYNAKLAR
1) Konur Ertop, “Eflatun
Cem Güney Çağdaş Bir Halk
Hikâyecisiydi”, Sanat Dergisi, 15 Ocak
1981.
2) Eflatun Cem Güney,
Folklor ve Eğitim, s 2, Talim ve Terbiye
Dairesi Yayınları, Türk Millî Eğitim
Teorisi Geliştirme Araştırmaları Serisi,
Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1966.
3) Güney, age., s 24-25.
4) Güney, age., s 3.
5) Güney, age., s 10.
|
|
Baki
YİĞİT
1955 yılında Malatya
ili, Hekimhan ilçesinin Yeşilpınar(Dostal) köyünde
doğdu. Babası Yakup
Yiğit annesi Elif Yiğit’tir. Malatya lisesinden sonra İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü bitirdi
1979 yılından beri
Kültür Bakanlığına bağlı Malatya Güzel Sanatlar Galerisi Müdürlüğünde
görev yaptı. Helen malatya Müze Müdürlüğünde araştırmacı olarak görev
yapmaktadır.
Şiire Üniversite yıllarında başladı. Birkaç Şiiri çeşitli dergi ve
gazetelerde yayınlanmıştır. Aşağıdaki şiir kendisinden alınmıştır.
SENSİZLİĞE SÖYLEDİM
Bir akşam başlıyor
siyah bulutlara
Islak yollara sarhoş
ışıklar düşüyor
Gözlerim kitabımda
düşüncelerim seninle
Seni Düşünüyorum.
Biliyorum geleceksin
bir gün sonu
Tüm mutluluklarımı
yitireceğim
Ağaçlar yapraklarını
dökerken
Yeryüzü sevinçleri
bensizde mutlu
Onlara bensizde
gidebilirsin
Bende karanlık da
ıssız evrene bakıp
Gelmeni bekleyeceğim
İstasyon caddesinde
duyacağım
Gerçeğin acılığını
Halil
YAZGAN
Malatya’nın
Hekimhan ilçesine bağlı Ağılyazı köyünde 1954 Yılında doğdu. Liseyi
bitirdi. 1978 yılında nüfus memuru olarak göreve başladı. Şiir yazmaya
küçük yaşlarda başladı. Yazdığı şiirlerden bazılar yerel gazetelerde
yayınladı. Aşağıdaki şiir kendisinden alınmıştır.
BİR EVİN HOROZU
ÇOĞALMIŞ İSE
Ne hayır beklenir ne
bereket
Bir evin horozu
çoğalmış ise
Yaşamaya yüklü konar
sefalet
Bir evin horozu
çoğalmış ise
İşleri çoğalır gücü
azalır
Sinirler bozulur
sözler çoğalır
Küçükten büyüğe
saygı yok olur
Bir evin horozu
çoğalmış ise
İncinir kalpleri bir
gün kırılır
Dünyaya zevkler
kökten yıkılır
Sevgi bahçelere
kinler dikilir
Bir evin horozu
çoğalmış ise
Niyetler bürünür
toza dumana
Dönüşür bir gün
yamanı
İçinden çıkılmaz
döner ummana
Bir evin horozu
çoğalmış ise
Halil der herkes
bileli haddini
Önce tanımalı insan
kendini
Çoğa mal ederler
makam derdini
Bir evin horozu
çoğalmış ise
KUL SEVİNDİK
18. Yüzyılın ikinci
yarısı ile 19. yüzyılın başlarında yaşamış bir halk ozanıdır.
“Sene bin iki yüz yirmi dört oldu tamam
Gelse gerektir ahir Mehdi-i sahip-zaman”
biçimdeki bir
deyişinde 1809 yılında hayatta olduğu anIaşılmaktadır.
Asıl ad Mustafa
olup, Hekimhan’ın Çulhalı köyünde dünya ya gelmiştir. Bir süre köyde
kaldıktan sonra Kangal'ın Çaltepe köyüne yerleşmiş daha sonra bu
köyden de ayrılıp bilinmeyen bir yere göçüp gitmiştir. Nerede ne zaman
öldüğü bilinmemektedir.
Bir gün Hacı
Bektaş'ta Feyzullah Çelebi'ye saz çalıp şiir söyledikten sonra saz ve
sözünü çok beğenen Feyzullah ÇeIebi'nin "Ne güzel söyledin evlat,
sevindik" sözü üzerine "Sevindik" sözünü kendisine mahlas olarak
almıştır
Gönül aşk kitabin
Sen al eline
Serimize ne
yazılmış görelim
Tevhit kelimesin
getir diline
Din Serverine
salavat verelim
Din Serveri hak
Muhammet Ali 'dir
Yardımcımız
keremkani Veli'dir
Bizden ezel gelen
birden uludur
Derdimizin
dermanın görelim.
Tabipler denliye
derman eylesin
Şah Hüseyin ilmi
kelam söylesin
İmam Hasan
ummanları boylasın
Sıdkınan kulak
urup dinleyelim.
Dinen gelen
imamların sesidir
İmam Zeynel
imamların hasıdır
İkrarına inkar
olan asidir
İkrarı inkar
edene soralım
İnkar eden münkir
Hakka kul olmaz
Coşkun akan
muhabbete göl olmaz
Ol imam Bakirin
sırrı denilmez
Sizin ile hal
evine varılmaz
Hal evinde hal
olalım halınan
İmam Cafer bir
yol kurmuş yolunan
Bin birimize
tatlı dilinen
öğüt nasihat
teselli verelim
Teselli vererek
müşkülin kandır
Muhabbet şamının
çırasın yandır
Yolunu Musayi
Kazım’a döndür
Üstat nazarına
doğru varalım
Üstadımdır dost
yüzüne bakıtan
Hocam İmam
İrza’dir okutan
Özünü seçegör
yelmiş ikiden
Sizin ile yetmiş
üçe varalım
Kadim islam dini
yelmiş üç olur
İsmail’e inen
kurban koç olur
Önü sonu bu
Faniden göç olur
Onlar göçmüş ya
biz neye duralım.
Geliciden gel
olunca durulmaz
Taki’yi Naki’yi
seven yorulmaz
Tasdik olmayınca
Hakk'a erilmez
ikiliği
kalbimizden ıralım
Hak Taala sever
tastık kulları
Coşkun akar
muhabbetin selleri
Hasan Askeri'nin
gonca gülleri.
Firdevs'i aladan
açmış görelim
KUL SEVİNDİK
bülbül intizar güle
Şah Muhammet
Mehdi zuhura gele
Düşmüşlerin elin
ala kaldıra
Temanna eyleyip
yüzler sürelim.
Muharrem AKINCI
Muharrem Akıncı 1960
da Malatya ya bağlı Hekimhan İlçesinde doğdu Lise Mezunu Olup Bir Kamu
kuruluşunda memur olarak görevine devam ediyor. Şiirlerin saz
eşliğinde, koşma türünde çalıp söylemekte saz şairi geleneğini
sürdürmektedir.
GÖNÜL
Gönül sana nasıl
söylesem
Nasihatim nasıl
versem
Varıp böyle yar
seversen
Sana sözüm yoktur
gönül.
Bilirim nasıl
seversin
Hem seversin, hem
yanarsın
Bilmem nasıl
uslanırsın
Bende mahna bulma
gönü
Böyle seven bir sen
misin
Keremde yandı bilir
misin
Ferhat, Mecnun, Aslı
mısın
Bülbülü hiç katma
gönül
El insaf nedir bu
halin
Derdinle büküldü
belim
Muharrem bur garip
kulun
Hal bilmeze çatma
gönül
Etme gönül, tutma
gönül.
SADIK
BABA
Asıl adı Hüseyin
olup Hekimhan’a bağlı Güvenç köyünde 1 Mart 1771 (Rum 1187)’de dünyaya
gelmiştir. Babasının ad Kurada Ali’dir. Genç yaş da şohreti oldukça
yayılan aşık okur yazarlığı olmayan ümmi bir kimsedir. şiirlerinde
Sadık mahlasını kullanmış, halk arasında da Sadık Baba ismi ile
sevilip sayılmıştır.
Çocukluk ve gençlik
yıllarının önemli bir bölümü Sivas’in Karaöz köyü ile Hekimhan’ın
Basak köyünde geçmiştir.
İlham geldikçe
söylediği şiirleri yakın arkadaşı Molla Bek-taş tarafından tutulan bir
cönket yazıya geçirilmiştir. 35 Yaşından sonra kendi köyü olan Güvence
dönen aşık köyünde evlenmiş ve çoluk çocuğa kavuşmuştur. Halen köyde
torunları bulunmaktadır. Hayatının sonuna kadar çiftçilikle geçinmiş
ve 8 mart 1837de Güvenç köyünde vefat etmiştir.
Bu gün kendi köyü ve
çevre köylülerce mezarı ziyaret yen olarak kabul edilmektedir.
Tarikat
meclislerinde kendini yetiştiren ender insanlardan olan Sadik Baba
Bektaşi edebiyatında sivrilmiş yedi şairden biri sayılır.
Kumralımsı, sarı
saçlı, uzunca bıyıklı, sarı sakallı, orta boylu, sessiz, sakin, parlak
gözlü bir kimse olup Vahdet-i Vücut prensibini benimsemiştir. Din ve
tarikat ulularını sevmiş, onları şiirlerinde övmüştür. Şiirlerinin
çoğu dini, tasavvufi ve öğretici türdendir.
Şiirleri, Cemal
Özbey tarafından Sadık Baba, Hayati ve Deyişleri" (Ankara 1957 )
adıyla yayımlamıştır.
GÖNÜLE ÖĞÜT
Gönül seIamını
kamile söyle
Alıcı olmayınca açma
dükkanı.
Ariflik manasın sor
sual eyle
Müşterisiz yerde
olma lisanı
Cahil ikrar eder
ahtinde durmaz
Burda ağlamayan 0
demde gülmez
Yalan ile iman bir
yerde olmaz
Neden maruf
yalancının imanı
Cümle alem gezer
arar Hak deyi
Arif ifşa eder kula
bak deyi
Nehi münkir inkar
eder, yok deyi
Men ademde gördüm
Hakk'ın ihsani
Yerde değil, gökte
değil ya kande
Acep Hak mihman mi
ola bu tende?
Velakat kerremna
bani ademde
Kimse bilmez kimde
mihman cananı.
Almayana değil
sözü'm alana
Gerçekler yuf dedi
kalbi yalana
Canım kurban olsun
halden bilene
SADİK'a bildirdi
küllü noksanı.
Seydi
Battal EKİCİ
1945 yılında
Malatya’nın Hekimhan ilçesine bağlı Molla İbrahim(Doyran) köyünde
doğdu. Orta okulu bitirdi. Yerel gazetelerde şiirleri yayınlandı.
Şiir yazmayı sürdüren Seydi Battal Ekici serbest meslek mensubu olup
halen Malatya’da oturmaktadır. Şiir kendisi tarafından verilmiştir.
KÖYÜM
Dünyayı ilk gördüğüm
Benim o güzel köyüm
Akraba ve komşumla
Yaşadığım can köyüm
Davarımız yayılır
Güzel yaylalarında
Ölür isek ölümüz
Sende gömülür köyüm
Sen tabiat bahçesi
Bizler sana gül
köyüm
Sen ebedi yaşarsın
Bizler ölürüz köyüm
Battal diyar köyüne
Küçük ve büyüğüne
Sense mahşere kadar
Bereketli ol köyüm.
Veli YURTSEVEN
Hekimhanın Güzelyur
Kasabası Faraşlı mahallesinde 1933 yılında doğdu. Diğer namı ile Veli
Çavuş olarak da tanınır.
Güzelyurt
belediyesinin emektarlarından olup 1986 yılında emekli olmuştur. Halen
Güzelyurtta ikamet etmektedir.
AĞLA GÖZÜM YAŞ
BULAMAM
Ağlar gözüm yaş
bulamam
Bina yapsam taş
bulamam
Şu dünyayı elesem de
Bana uygun eş
bulamam
Kimselere kastım
yoktur
Para eden postum
yoktur
Şu dünya yi eledim
de
Benden gayrı dostum
yoktur.
Ast değilim, üst
değilim
Süt dolu tas değilim
Ben nefsimi eledim
de
Bende bana dost
değilim
Sevil velim sende
sevil
Biraz insanlığa eğil
Bu dünyanın
saltanatı
Bir dakika bile
değil
ALİ ERCAN
Şair,1958 yılı
Aralık ayında, Malatya’nın Hekimhan ilçesi Uğurlu (Baltacıbaşı)
Köyü’nde doğdu. İlkokulu Uğurlu Köyün'de, liseyi Hekimhan`da okudu.
Sivas Eğitim Enstitüsü`nden mezun olduktan sonra Samsun’un Vezirköprü
ve Karabük’ün Eskipazar ilçelerinde öğretmen olarak çalıştı. 1990
yılından bu yana Almanya`da Türkçe öğretmeni olarak çalışmaktadır.
KARDELEN
.Kardelen Zor
günlere açan çiçek,
Baharı
muştulamanı seviyorum,
Dağların
doruklarında,
En kötü
koşullarda,
Kar altında
çimlenmeni,
Zor günlere sürgün
vermeni.
Aydınlık
gelecekler gibi
Aydınlık
çiçeklerini,
Buram buram
kokunu,
Zirveleri
zorlayan
Özgürlük tutkunu
seviyorum,
İnadına sevdanı,
Bilge insanlar
gibi.
Bir yanın daha
var ki,
Sana muhabbet
duyduğum,
Aramızda kalsın
ama;
Güneşine açıldığın
dağların
Kör
karanlılığında
Ayazlara
yanışın,
Boynu bükük
bakışın
Ve sorgulayan
duruşunla
Ne kadar da
benziyorsun
Sefil halkıma.
Rödermark, Kasım
2000
TOPRAK
Toprak
Alabildiğince geniş,
Olabildiğince
hovarda.
Gem vurulmuş
ırmaklara doğurgan
Uçsuz bucaksız
ovalarda.
Bire bin veren
Veysel‘in yari toprak.
Ağaları barışık da
Marabası kan
bıçak.
Kan ter işleyeni
aç,
At oynatanı tok
toprak.
Ya sende bir
uğursuzluk var
Ya insanlarında!
Atatürk Barajı,
Temmuz 1999 Ali Ercan e-mail
aliercan@t-online.de
Oktay AVCU ŞAİR
(1964 Hekimhan doğumlu )
Yayınlanmış şiir
kitapları
1-Adını sen koy
2-Mumcu'yu Ben de öldürdüm 3-Türkçe küfürler
4-Aynı denizin yolcuları
5-Bahar beni bekliyor
ÇOCUKTUK
ilkbahardı mevsim
Güneşe bakardık dik dik
Güneşe bakardık
Sert sert
Güneşe bakardık gülerek
Çocuktuk
Korkuturduk
Güneş yakmazdı gözümüzü
EFKAN İĞDİR (Şair)
1 Nisan 1963 yılında Hekimhan İğdir doğumlu Şair Efkan İğdir
öğrenimini Malatya da tamamladıktan sonra Fizik müh. olarak İstanbulda
başlayan iş hayatını 1991 yılından beri Almanya da sürdürmekte
ve halen Almanya da yaşamaktadır. Şairin ilk kitabı ''Sen gibi
'' den sonra 2. kitabı
''Anti-Cahil Şiirler '' Can yayınlarından yakın zamanda
yayınlanmıştır. Şairin kendi web sayfasından şiirlerine ulaşmak
mümkündür. Hemşehrimize başarılar diler,şiirlerinin eksik olmamasını
temenni ederiz..
http://www.efkanigdir.de
Bayramın
kutlu olsun
Yıllardan gelen bir tutku.
Bayramın kutlu olsun çocuğum.
Barışın, sevginin dostluğun ufku.
Bayramın kutlu olsun çocuğum.
Yıkarsın kötülüklerden gönlünü.
Öper iken büyüklerin ellerini.
Yunus Emre'nin kutsal yolunu.
Bulmuşken, bayramın kutlu olsun çocuğum.
Anmak için atanı gidince mezara.
Ölüm kötü, gönülde acı bir yara.
Geçmişlerinin ruhuna bir dua.
Okurken bayramın kutlu olsun çocuğum.
Efkan buluştu dostlarla sımsıcak.
Muhabbetlerimiz sonsuza dek olacak.
Mutluluğun temeli, sevgiden bir ocak.
Yandıkça bayramın kutlu olsun çocuğum
Efkan İğdir
TÜRK MİTOLOJİSİ
EFSANESİ
GUGUK KUŞU
Çok eskiden Hekimhan İlçesine bağlı Kocaözü Kasabasında Küllek
Hüseyin adında bir köylü varmış. Bu köylünün beş uşağı ile hasta bir
avradı varmış. Eskiden bütün köy halkı tarlada çalışırmış. Tarlada
çalışmak o günün şartlarına göre çok zormuş. Küllek Hüseyin çok fakir
olduğundan avradı ile birlikte hiç durmadan çalışırlarmış. Hasta olan
avradı iyice hastalanmış. Köyde ne tohtur ne de hastahane varmış. En
yakın hastahane Sivas'ta imiş. Araba ve yol olmadığından gitmek çok
zormuş. Küllek Hüseyin avradını ata bindirerek yola çıkmış. Uzun yola dayanamadan Mehri hatın yolda ölmüş. Küllek Hüseyin avradını yolda
gömmüş. Yetim kalan beş uşağa hiç bakacak kimsesi kalmamış. Küllek
Hüseyin yeniden evlenmiş. Analık eline kalan uşaklara çok kötülük
ediyormuş. Uşaklara yemek ekmek vermiyormuş. Babası tarlaya çalışmaya
gidince onlara olmadık kötülükler edip babaları gelince şikayet
etmesin diye uşakları korkuturmuş. Çevredeki komşular bu duruma çok
üzülüyorlarmış. Bir gün evin büyük kızı, ortancılı gardaşını
üvey anasının elinden kaçırıp dağa götürmüş. Koynuna bir torba koymuş
bir de keser almış. Bunları uzaktan izleyen bir çoban varmış. Zeynep
kengeri toplamış Yusuf'un torbasına doldurmuş. Yorulunca bir yere
oturup dinlenmişler. Az sonra torbaya bakmış ki torbada hiç kenger
yok. Torbanın dibi delik olduğundan hepsi dökülmüş. Yusuf küçük olduğu
için kengerin döküldüğünün farkına varmamış. Buna çok sinirlenen
ablası keser ile gardaşının başına vurup öldürmüş. Korkusundan eve
gidemeyen Zeynep ağlaya ağlaya yürüyecek hali kalmamış gece sabaha
kadar oturmuş ağlamış.
Allah'a yalvarmaya başlamış ve demiş ki:
"Allah'ım beni bir kuş eyle kanadımı gümüş eyle. Gakgoğ diyem, babbağ
diyem, gardaş diyem ağlıyam."
Allah tarafından kuş kesilmiş bunları izleyen çoban, Zeynep'in nasıl
kuş olduğuna inanamamış. Zeynep aynen guguk kuşuna benziyormuş. O
günden sonra guguk kuşu gardaşını öldürdüğü taşın başına konup hiç
durmadan ötüyormuş. Bu olaydan önce köylüler hiç böyle bir kuş
görmemişler, günümüze dek gelen bu efsane nedeniyle çevremizde ne
zaman bir guguk kuşu görsek büyükler Zeynep geldi derler.
KÖYÜM SARIKIZ
Vermiş arkasını mercimek dağına
Gençleri koşuyor keklik avına
Gül, kekik kokusu dolmuş bağına
Şensin bahtiyarsın köyüm sarıkız.
Bir cennet misali bağı
bahçesi
Şen olur dört yanın
köyüm sarıkız
Öğlen güzellerle dolar
çeşmesi
Güzelsin şirinsin
köyüm sarıkız.
Soğuk olur sarıkızın suları
Türlü çiçek açar hep bayırları
Her gün gelir Tanrı misafirleri
Misafir perverdir köyüm sarıkız.
İlk baharda yaylalara
göçerler
Gölgeli yollardan
gelip geçerler
Bir birini seven alıp
kaçarlar
Doyulmaz tadına köyüm
sarıkız.
Şirin olur sarıkızın eriği
Yaylasından tutuyorlar feriği
Çoktan bıraktılar sırttan türüğü
Kayısı diyarısın köyüm sarıkız.
Ferah oğlu meteylerim
köyümü
Nasıl olsa herkes
bilir soyumu
Kara toprak yutsa bile
boyumu
Yine meteylerim köyüm
sarıkız.
FERAH OĞLU
MUSTAFA ALTIKULAÇ
Kenan ŞAHBUDAK
Dede Korkut'tan günümüze gelen
Ozanlık-Aşıklık geleneği Kültürümüzün en
önemli unsurlarından birisidir.
Bilgeliği, zekası ve yetenekleri ile Ozanlar bir zamanın filozofu,
bilim
adamı, doktoru kısacası elinden her iş gelen halk önderleridir.
Bugün kullandığımız 'Bağlama'nın atası olan 'Kopuz', Ozanlara eşlik
ederek,
bu geleneğin günümüze kadar gelmesinde çok önemli rol oynamıştır.
Ulusların, kültürel kimliğini yaşatmasının en önemli varlıkları dili
ve
geleneğidir.
Bir çok dünya kültürleri, ne yazıktır ki küreselleşme iddiaları ile
sömürülmüş ve asimle edilmiştir.
Yabancı dilde Eğitim vermek, Batılı gibi konuşmak, tabela isimleri
yetmezmiş
gibi çocuklarımıza da yabancı isimleri vermeye başlamak, Arap gibi
şarkı
söylemek, başka kültürleri taklit etmek sonucu; kendi değerlerimizin
gittikçe azaldığı, bunun sonucunda ise önüne geçilemeyecek bir
yozlaşmanın
kaçınılmaz olduğu bir gerçektir.
Bütün bu olumsuzluklar karşısında, bir kültür eri olarak inatla
direnmek,
tutuculuktan uzak kalarak çok önemli değerlerimize sahip çıkmak ve
Ozanlık
geleneğini yaşatmak, Halk Ozanlığı yolunda var olabilmek adına bu ulvi
değeri kendime görev biliyorum.
DOĞUM YERİ :
Malatya İlinin, Hekimhan İlçesi, Hasançelebi Nahiyesi Köylü Köyü'nde
dünyaya
gelir.
Köylü Köyü biri Alevi, ikisi Sünni mezrası olan Alevi bir Köydür.
Batısında
Darende Köyleri, Doğusunda Arguvan Köyleri, Kuzeyinde Divriği ve
Kangal
Köyleri ve Güneyinde ise Hekimhan Köyleri bulunan, Yama dağı
eteklerinde
kurulmuş şirin bir köydür.
DOĞUM TARİHİ :
Kenan Şahbudak'ın doğum tarihi nüfus kayıtlarında 10/09/1963 olarak
yazmaktadır. Annesi tarih bilemediği için doğumunun Harman sonrası,
bulgur
kaynatılırken olduğunu söyler.
ADI :
Kenan adı; doğduğu gün tesadüfen evlerinde misafir bulunan
Hasançelebi'den
gelen bir dede tarafından Yusuf-u Kenan'a izafeten verilmiştir.
SOYADI :
Soyadı kanunundan önce dedesinin, dedesinin, babasının adı olan Budak
Kahya'nın adını soyadı olarak kabul eden aile Budak soyadını
kullanmaktadır.
LAKAPLARI :
Ailesine Köyde 'Edeler' denir. Ede; baba, büyük ağabey anlamına gelir.
Bu da
ailenin Köyde sevilen, sayılan bir aile olduğunu gösteriyor. Edeler;
daha
büyük bir kabile olan 'Hoçular' dan ayrılmıştır.
BABA TARAFI :
Dördü erkek, üçü kız kardeşten biri olan Hüseyin, Divriği'nin Armutak
(Kavaklısu) Köyünden Sünnetçi Eyüp İlçek'in kızı Şehriban ile evlidir.
Hüseyin Budak uzun yıllar Köyde rençperlik yaptıktan sonra birkaç sene
Ankara'da kapıcılık yapar, bir bankada çalışır, l970 yılında
Almanya'ya
gider, beş sene kaldıktan sonra temelli yurda dönüş yapar. Ankara'da
ev alır
ve yerleşir. Bir dönem ticaretle (Bakkal) uğraştıktan sonra, ikamet
ettiği
mahallede iki dönem muhtarlık yapar. 18/03/1999 tarihinde Kalp
rahatsızlığından vefat eder. Üç erkek, iki kız sahibidir.
Babasının büyüğü olan amcası Sadık Budakoğlu; okumuş, Köyünde ve
çevresinde
sevilen, sözü dinlenen tarih bilgisi bakımından da yetkin bin insan
olarak
kabul gören ve şiir yazan birisidir. Ankara'da ikamet eder.
Babasının bir küçüğü amcası Mustafa Budak; iyi derecede bağlama çalan,
cemlerde zakirlik yapan ve şiirler yazan birisidir. Almanya'da ikamet
eder.
En küçük amcası olan Veysel Budak; Maliye ve Gümrük bakanlığında
müdürlük
yapan bir bürokrattır. O da çevresi tarafından sevilen ve sayılan
birisidir.
Bursa'da ikamet eder. Veysel Budak'ın oğlu Hasan Basri; Radyo ve TV
kanallarında Halk Müziği ve Türkü programlarında hazırlayıcı ve sunucu
olarak görev yapmaktadır.
Halası (Bibi) Zeynep Emir; İzmir'de ikamet etmektedir. Zeynep'in oğlu
Ergün;
çok iyi derecede bağlama çalmaktadır. Kenan Şahbudak'ın bağlamayı
sevmesinde
önemli bir rolü bulunmaktadır. Halası Sultan Kurt Ankara'da, halası
Elif
Özmeral ise İstanbul'da ikamet etmektedir.
ATALARI :
Dedesi Hüseyin, Arguvan'ın Gürge Köyünden Meryem ile evlidir.
Hekimhan,
Arapgir ve Divriği arasında bulunan Sarıçiçek yaylasında ırgatlık
yaparken
tanıştığı Meryem oldukça dini itikadı olan birisidir.
Dedesinin babası Hasan Hüseyin, onun babası İsmail, onun babası Hoçu
ve onun
babası olan Budak Kahya iki kardeşi ile birlikte Doğanşehir, Polatdere
köyünden Arguvan'ın Çavuş Köyüne gelir, oradan Köylü Köyü'ne gelirler.
Hoçu;
Köylü Köyü'nde kalır, Külpeş; Çavuş Köyüne döner (Aşık Ekberi'nin
soyu),
diğer kardeş Arapgir, Sinikli Köyü'ne gider, onun soyu devam
etmemiştir.
ANNE TARAFI :
Annesi Şehriban, Arguvan - Gürge Köyünden Divriği Armutak (Kavaklısu)
Köyüne
yerleşen sünnetçi Eyüp İlçek'in ikiz çocuklarından biridir. Hüseyin,
Mustafa, Necip erkek, Fadime, Zeynep, Senem,Şehriban ve Arzu kız olmak
üzere
sekiz kardeşlerdir.
YAKIN ÇEVRESİ :
Eşi : Ankara'da tanıştığı; Erzincan ilinin, Tercan İlçesi, Küçükağa
Köyünden
Areller aşiretine bağlı Mehmet Bakmaz ile Sakine Bakmaz'ın ikisi
erkek,
dördü kız çocuğundan biri olan Asiye ile 10-06-1986 tarihinde
evlenmiştir.
Çocukları : 23/08/1987 tarihinde Ankara'da doğan oğlu Deyiş ve
07/03/1991
tarihinde yine Ankara'da doğan kızı Ezgi olmak üzere iki çocuk
sahibidir.
Oğlu Deyiş şimdiden çok iyi Bağlama çalmaktadır. Ege Üniversitesi
Devlet
Türk Müziği Konservatuarı öğrencisidir.
Kardeşleri : Kenan Şahbudak'ın ablası Fatma, sırasıyla erkek kardeşi
Cebrail
(Habip), kız kardeşi Ferahnaz ve erkek kardeşi Hakan olmak üzere beş
kardeşlerdir.
ÇEŞİTLİ YÖNLERİ :
Tahsili : 1970 yılında babası Almanya'da iken Ankara'da İlkokula
başlar, 3
sınıfı Ankara'da bitirir. Babasının annesini ve okumayan diğer
kardeşlerini
de Almanya'ya götürmesiyle, 4 ve 5 sınıfları erkek kardeşi Cebrail
(Habip)'le birlikte Köyde bitirir. Ortaokul için tekrar Ankara'ya
bibisi
(hala) Sultan'ın yanına gelir, bir sene sonra Almanya'dan temelli
dönüş
yapan ailesinin yanında lise öğrenimini de bitirir. Babasının işi olan
Bakkallığa yardım ederken, Anadolu Üniversitesi İşletme bölümünü
kazanır ve
1989 yılında diplomasını alır.
Askerliği : Dört yıllık Üniversite mezunu olduğu için 1991 yılının
Nisan
ayında Ankara Etimesgut'ta askere alınır. Dört ay sonra burada
kaldıktan
sonra (kışlada saz çaldığı için) Çorlu'ya sürülür. Burada iki ay
nöbetsiz
askerlikten sonra Eylül ayında terhis edilir.
İşi : Askerliğinden önce bir pazarlama şirketinde çalışır. Bu vesile
ile
Yurdun birçok il ve İlçelerini gezme fırsatı bulur. Değişik yer ve
insanları
tanıma anlamında oldukça tecrübe edinir. Daha sonra bir süre ticaretle
uğraşır, sermayesi olmadığı için bu işte başarılı olamaz. Sonunda
kendi
mesleği olan müzikle ilgili çalışmaya başlar. Ankara Seyranbağlarında
Müzik
evi açar,burada hem müzik aletleri satar hem de bağlama dersleri
vermeye
başlar. 1993 yılında Çankaya Belediyesinde Zabıta Memuru olarak kamu
görevine başlar, 1997 yılında Mamak Belediyesine geçiş yapar ve Eğitim
Kültür Müdür Yardımcısı olarak iki sene görev yapar. Eylül 2005
tarihinde
belediyeden naklen ayrılarak Milli Eğitim Bakanlığı Mamak Halk Eğitim
Merkezine geçer. Halen memur ve Halk Müziği bağlama usta öğreticisi
olarak
çalışmaktadır.
SOSYAL FAALİYETLERİ :
Kenan Şahbudak'ın sosyal faaliyetleri oldukça yoğun olmuştur.
Daha çocuk yaşlarında Köyündeki bazı insanları taklit eder, çevresini
güldürürdü. Bir ara Karagöz-Hacivat oyununu Ankara'da iken akraba ve
komşularına sergiledi. Bu tür sosyal etkinlikler hemen her çağında
oldu.
Okul yıllarında hep müzik kolu başkanı seçilirdi. 13 yaşında bağlama
ile
tanıştı, babasına bir bağlama aldırarak kısa sürede kendi kendine
türküler
çıkarmaya başladı. 1980-1983 yıllarında Halk bilim derneklerinde
korolara
katıldı. Coşkun Güla'dan nota dersleri aldı. 1983 yılında Halk
Ozanları
Kültür Derneğine üye oldu. Dernekte ilk defa bağlama kursları vermeye
başladı
O dönemde Derneğe gelen usta ozanlardan şiir tekniğini öğrendi ve
şiirler
yazmaya başladı. Hemen hemen herkesten etkilendi ve bir çok şeyler
öğrendi,
özellikle uzaktan akrabaları olan Nevzat Topal (Cansever), ve Ali
Ekber
Gülbaş'ın (Ekberi) şiirleri onu çok etkiledi. Sürekli Halk Ozanlığı ve
Halk
Ozanları ile ilgili kitaplar okudu. Bir dönem Halk Ozanları Kültür
Derneğinin Yönetim Kurulu üyeliği, Sekreterliği ve Denetim Kurulu
üyeliği
yaptı. İlk şiirlerini o yıllarda yazmaya başladı. Şiirlerinde Şahbudak
adını
mahlas olarak kendisi seçti ve kullanmaya başladı. Tam bir usta-çırak
ilişkisi gibi kabul edilmese de, öğrendiği bilgileri bazı ozan
arkadaşlarıyla paylaştı, onlara şiir tekniği konusunda yardımcı oldu.
1989 yılında bazı ozan arkadaşları ile Halk Aşıkları ve Halk
Sanatçıları
Yayın ve Üretim Kooperatifinin kuruluşunda bulundu. Bu kurumda Halk
Müziği
Korosu kurdu ve bağlama dersleri verdi. Bir çok öğrenci yetiştirdi.
Ozanların maddi imkansızlıkları nedeniyle Koop. amacına ulaşamayınca
1999
yılında yine yakın ozan arkadaşları ile Tüm Halk Ozanları Kültür ve
Dayanışma Topluluğu Derneğini kurdu. Bir dönem başkanlık yaptı, halen
Yönetim Kurulu Üyeliği yapmaktadır.
Bütün bu örgütsel çalışmaları sürecinde sayısız yurt içi konser,
festival ve
programlara katıldı. Yapılan şiir yarışmalarında çeşitli dereceler ve
ödüller aldı. Şiirleri çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlandı.
Bunlardan bazıları; THT Ozanlar Antolojisi 2002, Mamak'ta yaşayan Halk
Ozanları 1998, Halk Aşıkları Antolojisi 1990, Milliyet Sanat Dergisi
1986,
Malatya Gerçek Gazetesi 1987, İmece Kültür Dergisi 1988, Köy-Der Yayın
Organı 1994, Ozanca Dergisi 2000-2002, v.s.
Değişik zamanlarda, Ankara'da yayın yapan yerel TV ve Radyolarda Halk
Ozanlığı ve Halk Müziği ile ilgili haftalık programlar hazırlayıp,
Halk
Ozanlarının tanıtımını yaptı.
Sanatsal etkinliklerinden başka konularda da sosyal faaliyetlerine
devam
eden Ozanımız, kendi köyü olan Köylü Köyü Sosyal Dayanışma ve Kültür
Derneğinin kuruluşunda bulundu, bir dönem başkanlık ve uzun yıllar
yönetim
kurulu üyeliği yaptı. Tabii ki Derneğin düzenlediği bütün sosyal
etkinliklerde görev alarak önemli organizeler yaptı.
Ayrıca çocuklarının eğitim gördüğü Kütükçü Alibey İlköğretim Okulunda
Okul
ve Öğrencileri Koruma Derneği Başkanlığı, Pir Sultan Abdal Kültür
Derneği
Mamak Şubesinde yönetim kurulu üyeliği, sekreterliği ve Mamak Kitle
Örgütleri Platformunda dönem sekreterliği yaptı.
Mamak Belediyesinde yöneticilik yaptığı dönemde, 'Mamak'ta Yaşayan
Halk
Ozanları' adlı şiir kitabını hazırladı ve yayımladı. 'Mamak ve Çevre'
konulu
şiir yarışması projesini hazırladı ve yarışmaya katılan şiirleri kitap
halinde Belediye yayını olarak yayımlattı. THT üyelerinden oluşan Şiir
Antolojisini hazırladı ve Dernek yayını olarak yayımlattı. Yine THT'
nin,
Kültür Bakanlığı ile ortaklaşa düzenlediği 'Ankara' konulu şiir
yarışması
projesini hazırladı ve şiirlerden oluşan kitap yayımlandı. THT' nin
yayın
organı olan 'Ozanca' dergisinin yayın yönetmeni olarak derginin
hazırlanmasında ve yayımlanmasında görev aldı, dergi 18 sayısına
ulaştı.
'Halk Müziği Temel Bilgileri' başlığında Halk Müziğinin doğuşu ve
gelişimini
anlatan araştırma yazısını, Ozanca dergisinin dört sayısında
yayımladı.
Bestesini de yaptığı bazı şiirleri, bazı sanatçı arkadaşları
tarafından
kaset ve CD' lere okundu. Bazı usta ozanların şiirlerini besteleyerek
kasetlerine okudu. Değişik ozan arkadaşları ile,1986 yılında 'Dostlar'
,
1988 yılında 'Halk Aşıklarından Deyişler', 1990 yılında 'Mihmanlar
Muhabbeti', 1993 yılında 'Sivas Vahşeti', 1996 yılında 'Gurup Canlar',
2002
yılında 'Ozanca Türküler' ve 2002 yılında tek başına çıkardığı 'Köy
Türküleri' olmak üzere yedi kaset çalışması yaptı.
Mamak Belediyesinde Halk Müziği Korosunu kurdu ve koroyu 1990 yılından
1999
yılına kadar çalıştırdı. 2002 yılında Ankara Barosu Halk Müziği
Korosunu
kurdu, çalıştırmaya devam etmektedir. 2003 yılında Mamak Belediyesi
Çalışanları Vakfında Halk Müziği Korosunu kurdu. Toplumsal
Araştırmalar
Vakfında bağlama dersleri vermeye başladı. Şefliğini yaptığı Halk
Müziği
Koroları ile bir çok kez gösteriler düzenledi.
Seyranbağlarında Tüm Halk Ozanları Topluluğu bünyesinde, Şahbudak
Müzik
Merkezi olarak Bağlama kursları açtı ve yoğun bir çalışmayla devam
etmektedir.
ŞİİRLERİNDE KULLANDIĞI ÖLÇÜLER :
Okullu yıllarında da Edebiyata ve özellikle de şiire ve türkülere
ilgili
olan Kenan Şahbudak, bir çok usta Ozan kitaplarını ve Halk Şiiriyle
ilgili
araştırma kitaplarını okumuş, şiir tekniği ve sanatını iyi bilmesine
rağmen,
kelimelerle fazla oynamamış, geleneksel ölçülere bağlı kalarak,
şiirlerini
daha yalın, halkın hemen anlayabileceği bir dille yazmaya özen
göstermiştir.
Şiirlerinde geleneksel duraklara önem vermiş, saz çalan ozan olarak,
özellikle müzik ahengini yakalamak için şiirlerinde 6+5 = 11, 4+4+3 =
11,
veya 4+4 = 8 ölçü kalıplarına çok bağlı kalmıştır.
Ozanın şiirlerinde genellikle abab-cccb-dddb-eeeb-,...... kafiye
ölçüsü
hakimdir. Tam ve zengin kafiye örgüsünü çok kullanmakla birlikte,
rediflerden de yararlanmıştır. Türküleştirdiği şiirlerde en az üç
dörtlük,
bazı önemli konularda ise destanları görebiliyoruz.
ŞİİRLERİNDE İŞLEDİĞİ KONULAR :
Kenan Şahbudak'ın sosyal faaliyetlerini incelerken, onun ortak
çalışmayı ve
paylaşmayı seven bir kişiliğe sahip olduğunu hemen görebiliyoruz.
Hayattan
bir çok tecrübeler edinmiş olmalı ki bunları şiirlerinde de görmek
mümkündür.
Genellikle Toplumsal olaylarla ilgili şiirler yazmasına rağmen, her
ozan
gibi oda sevdalanmış ve duygularını kağıda dökmüştür.
Hep kendi yaşadığı olayları değil, çevresini ve insanları iyi
gözlemleyen
bir ozan olarak başkalarının duygularını da dillendirmiştir.
Alışılmışların dışında, Alevi kökenli olmasına rağmen, bu konularda
fazla
şiiri olmaması ozanın bu tür bir ayrım yapmak istemediğini ortaya
koymaktadır. Bazı şiirlerinde yobazlara ve kökten dincilere taşlama
yapmış,'Asırlar önce yaşanmış olayları çağımıza getirerek ayrılıklar
yaratmak, en büyük gericiliktir'diyerek 'din inancının insanla yaratan
arasında olması gerektiğini, en güzel inancın sevgi olabileceğini
düşünerek,
ilerici ve çağdaş insanların hep yeni arayışlar içinde olmalarını ve
dünyadaki gelişmeleri takip etmelerinin gerektiğini' düşünmektedir.
Atatürk'ü çok sevdiğini, Atatürkçülüğün ve Laiklik anlayışının ne
olması
gerektiğini birkaç şiirinde dile getirmiştir. Kurtuluş savaşı, Milli
mücadele ve Cumhuriyeti yalın bir dille destan etmiştir.
Hiçbir siyasi guruba ve partiye üye olmamış, Ozanlığın bu gibi
oluşumların
üstünde olması gerektiğine inanmıştır. Ezilen halkın yanında olup,
onlara
insanca bir yaşamın gerekliliğini, iyinin, doğrunun yanında sömürene
karşı
olunması gerektiğini açıkça ifade etmiştir.
DEVRİMCİSİN
ATATÜRK
Bin dokuz yüz on dokuz da Samsun'a
Çıkışınla devrimcisin Atatürk
Hainleri düşmanları denize
Döküşünle devrimcisin Atatürk
Egemenlik ulusundur tezinle
Mehmetçik'le Kara Fatma kızınla
Tabuları o inançlı hızınla
Yıkışınla devrimcisin Atatürk
Çok partili düzen geldi hakkından
Bunu millet tanımıştı yakından
Hilafeti, saltanatı kökünden
Söküşünle devrimcisin Atatürk
Cumhuriyet fırsat vermez ezene
Emeğiyle çalışmayıp gezene
Türk medeni kanununu düzene
Sokuşunla devrimcisin Atatürk
Tekke, türbe, zaviye kapatıldı
Kara çarşaf gitti, fesler atıldı
Yeni takvim, yeni saat tutuldu
Çok işinle devrimcisin Atatürk
Kadınlara haklarını sağladın
Alfabeyi A'dan Z'ye bağladın
Soyadınla bütün yurtta çağladın
Akışınla devrimcisin Atatürk
İstikbale "gökte" demen nişandı
Akarsular baraj ile kuşandı
Demiryolu ilmek ilmek döşendi
Nakışınla devrimcisin Atatürk
Kemal sensin, Paşa sensin, Gazi sen
Yarınları teslim ettin bize sen
Şahbudak'ın çakmak çakmak gözü sen
Bakışınla devrimcisin Atatürk
BARIŞ TÜRKÜSÜ
Tüm dünyaya burdan haber yollarız
Dilimizde sevgi, barış türküsü
Ay yıldızda zeytin dalı sallarız
Alımızda sevgi, barış türküsü
Yok etmek değil mi gönül ağrımız
Bu yüzden çok yaralıdır bağrımız
Hacı Bektaş diyarından çağrımız
Gelimizde sevgi, barış türküsü
Bize böyle öğütlemiş soyumuz
Yar dışında paylaşımdır huyumuz
Sokağımız, mahallemiz, köyümüz
İlimizde sevgi, barış türküsü
Bu davada yüzülse de derimiz
Geri dönmez kadınımız, erimiz
Rehberimiz Hacı Bektaş pirimiz
Velimizde sevgi, barış türküsü
Cem oluruz, coşar semah döneriz
Dem alırız, muhabbete kanarız
Bu sevdanın ateşine yanarız
Külümüzde sevgi, barış türküsü
Bizde barış için savaş verilir
Emek çalan sömürenler yerilir
Fukara korunur, kanat gerilir
Kolumuzda sevgi, barış türküsü
Türk'ü, Kürd'ü, Çerkez'imiz, Laz'ımız
Bir olmalı bizler bize lazımız
Çalsın barış türküsünü sazımız
Telimizde sevgi, barış türküsü
Bu yol benlik kalesini yıkmaktır
Damla iken ummanlara akmaktır
Her millete bir nazarla bakmaktır
Yolumuzda sevgi, barış türküsü
Farkı yoktur bizde çoğun azınan
Bir olursa insanlıktır kazanan
Yoksullara yardım için uzanan
Elimizde sevgi barış türküsü
Der Şahbudak insanlığı seçeriz
Umut eker, yine umut biçeriz
Alın teri badesini içeriz
Dolumuzda sevgi, barış türküsü
ANADOLU ERENLERİ
Horasan'ı mekan tutmuş
Anadolu erenleri
Dört kapı, kırk makam tutmuş
Anadolu erenleri
Allah, Muhammet Ali'dir
Ehlibeytin temsilidir
Oniki imamlar belidir
Anadolu erenleri
Hakkı bilir, aşkı bilir
Gönüldeki köşkü bilir
Muhabbette meşki bilir
Anadolu erenleri
Ali yolundan gelirler
Payı kardeşçe bölerler
Ölmeden evvel ölürler
Anadolu erenleri
İnsan yüzü kıble derler
Kadın, erkek bir ederler
Her dem sevgiye giderler
Anadolu erenleri
Yetmiş iki millete bir
Nazar ile bakar her pir
Kainatı gönlündedir
Anadolu erenleri
Canana can verenlerdir
Geleceği görenlerdir
Hak yolunu sürenlerdir
Anadolu erenleri
Yar gönlünde yara olur
Aşk yolunda çıra olur
Dertlilere çare olur
Anadolu erenleri
Hoca Ahmet Yesevi'ye
Hünkar Bektaş-ı Veli'ye
Bedrettin'den Nesimi'ye
Anadolu erenleri
Kerbela'nın davasıdır
Pir Sultan'ın kavgasıdır
Karacoğlan sevdasıdır
Anadolu erenleri
Mevlana elinde asa
Hasan Dede, Abdal Musa
Veli Baba'dan Yunus'a
Anadolu erenleri
"Gelme gelme, dönme dönme"
Aşkın ateşinde sönme
Şahbudak'tan ayrı sanma
Anadolu erenleri
YOLUM HACI BEKTAŞ
Saygım, sevgim bitmez böyle canlara
Velim Hacı Bektaş, ulum Atatürk
Zorda kalsam tutunurum onlara
Dalım Hacı Bektaş, gülüm Atatürk
Cumhuriyet temelini pir attı
İnsanca bir yaşam ona murattı
Anadolu destanını yarattı
Dilim Hacı Bektaş, telim Atatürk
Yobazlıkla mücadele zor idi
Kafasında medeniyet var idi
Öz Türkçeyi geliştirdi korudu
İlim Hacı Bektaş, bilim Atatürk
Emperyalist sömürüyü yıktılar
Egemenlik meşalesi yaktılar
Mey oldular kadehlere aktılar
Dolum Hacı Bektaş, balım Atatürk
Ayırmadı milletleri, ırkları
Hepsi insan idi, yoktu farkları
Dağıttılar hep gerici çarkları
Yelim Hacı Bektaş, selim Atatürk
Vardı Türk'ü, Kürd'ü, Laz'ı, Çerkez'i
Birleştirdi insanlıktı merkezi
Kucakladı dostça sardı herkesi
Kolum Hacı Bektaş, elim Atatürk
Cem olurum canlar ile dönerim
Bağımsızlık ateşiyle yanarım
Kor olurum alevlerde sönerim
Alım Hacı Bektaş, külüm Atatürk
Bu mirası canım ile öderim
Işığında olmaz derdim kederim
Şahbudak'ım izlerinde giderim
Yolum Hacı Bektaş, Ali'im Atatürk
İNSANCA BİR YAŞAM
Ben bir insan isem dünya içinde
İnsanca bir yaşam olsun isterim
Afrika, Avrupa, Rusya'da, Çin'de
Gönüller umutla dolsun isterim
İnsanlar içindir bütün nimetler
İnsanlık adına olsun hizmetler
Açlık, kıtlık çeken yoksul milletler
Derdine dermanı bulsun isterim
Nedir bu düşmanlık, nedir bu savaş
İnsan birbiriyle değil mi kardeş
İnsanlık adına olmaz telaş
Gözler ağlamasın gülsün ister
Ayrılmasın yollar insan özünden
Vurup, vurulmasın bir hiç yüzünden
Ozan Şahbudak'ın naçiz sözünden
İnsanlar bir mana alsın isterim
DOYULUR MU
Yiyecekleriyle köyün
Tadına hiç doyulur mu
Pınarlarda soğuk suyun
Tadına hiç doyulur mu
Bir yukarı bir aşağı
Yayıktan alırdık yağı
Kur sofrayı yak ocağı
Tadına hiç doyulur mu
Mayalanır hamur şişer
Sac üstünde ekmek pişer
Patatesler köze düşer
Tadına hiç doyulur mu
Yanında ekşi ayranı
Mercimekli köfte hanı
Soğuk, reyhanlı boranı
Tadına hiç doyulur mu
Sırım, kavurma bir yana
Dik hoşafı kana kana
Tereyağında kaygana
Tadına hiç doyulur mu
Soğan, çökelek dürmeci
Süt kaymağı, koyultmacı
Yufkayla dut, ceviz içi
Tadına hiç doyulur mu
Asılır üzüm sepeti
Gül suyundan iç şerbeti
Közlenmiş meşe peliti
Tadına hiç doyulur mu
Ekmek aşı, un helvası
Düğürü, herle çorbası
Eriştesi, pıtpıtısı
Tadına hiç doyulur mu
Ekşili köfte yanında
Şoğra gelsin zamanında
Katmerin, küllemenin de
Tadına hiç doyulur mu
Hedik kaynarken kazanda
Pancar haşlardık bazanda
Kendir, kavurga hozanda
Tadına hiç doyulur mu
Anık, kekik bir arada
Yarpuz toplardık derede
Keklikli kömbe nerede
Tadına hiç doyulur mu
Acıgıcı, eveleğin
Dürümünü yapıp yemliğin
Aş içinde göbeleğin
Tadına hiç doyulur mu
Koşguzun, kenger sakızın
Tarhanaya yarma ezin
Haşıl üstünde pekmezin
Tadına hiç doyulur mu
Kuşburnu batardı dile
Karamıh, böğürtlen ile
Alıcın, ahlatın bile
Tadına hiç doyulur mu
Kuzukulak, eşgın bir de
Isırgan devadır derde
Kuşkuş, madımak her yerde
Tadına hiç doyulur mu
Şekerpare, erik, yemiş
Bastık derdik pestil imiş
Şahbudak türkü söylemiş
Tadına hiç doyulur mu
Şairin diğer
şiirlerine kendi web sayfasından ulaşabilirsiniz ,
WEB
SAYFASI Kenan
Şahbudak
Ulaşamadığımız
ilçemiz yazar ve şairlerinin eserlerini bekliyoruz
mail adresi
cavedat@hotmail.com
CUMALİ DEVECİ
KARA HASAN'LA DEV
YILMAZ KUZUCU -KÖŞE
YAZARI
TÜM YAZILARI VE İNTERNET ADRESİ
http://www.turkpartner.de/Yazarlar/YKuzucu.htm
Eserlerin tüm
hakları ve sorumlulukları eser sahibine aittir.
ANA SAYFA
www.hekimhan.com
www.hekimhan.org
www.hekimhanhaber.com
cavedat@hotmail.com
|