www.hekimhan.com

EFLATUN CEM GÜNEY

MASALCI BABA

      Yazar, halkbilimi araştırmacısı, Eflatun Cem GÜNEY 1896 yılında Hekimhan ilçesinde doğdu. Sivas Lisesi'ni     bitirdi. Konya öksüzler Yurduna Türkçe öğretmeni olarak atandı. (1918)

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne seçildi. Kuva-i Milliye'nin yayın organı olan Gazetesi ve İrşat Dergisini çıkardı. ilk Maarif (Milli Eğitim) Kongresi'ne öğretmenler Cemiyeti temsilcisi olarak katıldı. Birçok farklı lisede Türkçe öğretmenliği yapması yanında Eskişehir'de istiklal Dergisi, Kayseri'de Misak-i Milli Gazetesi, Sivas'ta ve Samsun'da Duygu ve Düşünce, Afyonda Taşpınar Dergisini çıkardı gittiği her ilde çıkardığı dergiler ve yazılarıyla Anadolu gazeteciliği ve dergiciliğine önemli katkılarda bulundu. Topkapı Saray Müzesi müdür yardımcılığı görevi yapmıştır (1950) Eserleriyle "Masal Babası" unvanını kazanan Eflatun Cem Güney eğitimciliğinin yanı sıra Anadolu basınını yüreklendirici girişimleriyle de Türk Eğitimi'ne önemli katkılarda bulunmuştur. Eflatun Gem Güney 83 yaşındayken İstanbul'da vefat etmiştir.

BAŞLICA ESERLERI

Dertli Kaval (1945),

Halk Sun Antolojisi (1947),

En Güzel Türk Masalları (1948),

Halk Türküleri (1953/1956),

Bir Varmış Bir Yokmuş (1956),

Nasreddin Hoca Fıkraları (1957),

Evvel Zaman içinde (1957),

Dede Korkut Masalları (1958),

Aşık Garip (1958-1964),

Kerem ile Aslı (1959),

Tahir ile Zühre (1960),

Gökten Üç Elma Düştü (1960),

Folklor ve Halk Edebiyatı (1971).

Eflatun Gem Güney'in   halk ağzından derlediği idi ile Bıdı masalını aşağıda mutlaka okuyunuz.

IDI İLE BIDI

Develer tellal iken, piriler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken memleketin birinde ıdı ile Bıdı denen bir kari-koca varmış.

Mübarekler sanki birbirinin kaburgasından yaratılmış; ikisinin huyu da suyu da 0 kadar birbirine benzermiş. Kim ne derse ona inanır, yüzlerine gülen ekmeklerini ellerinden alırmış. El alemden ağızları yandığı için etliye sütlüye karışmaz, suyu bile üfleyerek içerlermiş. Eh oğul yok, uşak yok; sığır yok, sıpa yok; geçinmeyecek ne başları var! Dağa gider, odun toplar; bağa gider, bel beller; gül gibi geçinip giderlermiş...

Günlerden bir gün baş başa vermiş de başlarından geçeni konuşur dururlarmış. Bir ara karisi:

- Idı ! demiş Kocası da:

-Ne diyorsun Bıdı ! demiş

-Ne diyeceğim, Allah yüzümüze baksa da bize bir evlat verse, derim. Adam bu söze gülmüş:

-Bre Bıdı, demiş nerede 0 talih biz de! Gökten yağmur yerine inci yağsa, yine bir tanesi başımıza düşmez.

- Ben de biliyorum öyle ama, söz misali... Hani "olsa ile bulsa, bir araya gelse, görmemişin bir kızı, Kör Memiş'in bir oğlu olsa'. derler ya, veren Allah bize de verecek olsa, oğlan mı istersin, kız mı istersin? diye sormuş.

Idı:

İstemekle olursa ben altın perçemli bir oğlan isterim demiş. Bıdı da.

-Yook! Doğrusu, ben sırma saçlı bir kız isterim. Han Allah bana böyle bir kız ihsan etse ninnilerle uyutur, el üstünde büyütürdüm. dile, bir güzel olurdu ki, doğan aya "ya sen doğ, ya ben" derdi; güldükçe güller açılır, ağladıkça inciler saçılırdı... Acep insan bakmalara doyar mi ki! Yüzüne bakanın nasibi, kısmeti artardı. Bu böyle olduktan başka, üstelik on parmağında on hüner olurdu; bir hali dokur, bir hali dokurdu ki... kim var kim yok cümle alem oturur da yine bir yanı boş kalırdı. Hele dile bir sofra donatır, yiyip içende, yine de yetip artırdı. 0 zaman herkesin gözü üstünde kalırdı ya, yağma yok, dizimizin dibinde ayırmaz; eteğinin ucunu kimselere göstermezdim; ne küçük vezirin oğluna verirdim, ne büyük vezirin; alırsa padişahın oğluna verirdim de, varır saraylarda sultan olurdu.

Bıdı böyle atıp eğirinci kocası dayanamadı:

Hele sen sus, sultan anası, dedi. Allah bana da altın perçemli bir oğlan verse, yemez yedirir; giymez giydirir okutur dokutur, öyle bir adam ederdim ki, kaleminde kan damlar; ağzından cevahir olurdu, alimallah görenin parmağı ağzında kalırdı; hele kızların .. ille ve lakin ne küçük vezirin kızını alırdım, ne büyük vezirin; alsam alsam padişahın kızını alırdım.

Öyle bir düğün yapardım ki...

Idı da bu kadar yükseklerden ucunca, karisi duramadı:

-Bre ıdı, dedi, büyük lokma ye de, büyük söz söyleme; Allah sana böyle altın perçemli bir oğlan yerine kel bir oğlan verirse.. 0 zaman tut perçeminden çal duvara.

Bıdı, böyle bir söz dokundurunca kocası:

Karıcığım, dedi neredeyse bizde el alem gibi saç saça baş başa geleceğiz. Benim altın perçemli oğlumu gözüm götürmedi galiba! Allah gönlüme göre hayırlısından, ömürlüsünden versin de varsın kel oğlan olsun.

Kuru yerde yatan minare kadar rüya görür derler; Idı ile Bıdı da yedi yıl bu hülya ile avunmuşlar ya, Allah ne yapmaya kadir değil. Gel zaman, git zaman, bunlara sırma sac! bir kızla altın perçemli bir oğlan vermiş; gönüllerine göre besleyip büyütmüşler; günün birinde a! bayrak kaldırıp toy düğün etmişler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine, gökten üç elma düştü; böyle bir murat isteyenlerin niyetine ...

Bir Masal Ustası:
Eflatun Cem Güney

Fuat OVAT
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
fuatovat@hotmail.com

“Yokuşlarda ter dökerek, inişlerde tırnak sökerek giderken önlerine öyle bir dağ dikilmiş ki, ne dolanı çıkılır, ne tırmana tırmana. Ha işte, bu dağın böğründe bir yol bir iz ararken görmüşler ki, ne görsünler, gözleri ışıl ışıl, tüyleri kolan kolan bir kurt, bir çalı dibinde inildeyip duruyor. Meğer kurdun ayağına öyle bir çakır diken saplanmış, öyle bir çakır diken saplanmış ki, nasıl deyim, kara saplı bıçak gibi, ta varıp kemiğe dayanmış...”

Az mı dinledik buna benzer masalları radyonun gözde iletişim aracı olduğu günlerde. Yazı dilinden başka bir anlatım bu; halk hikâyelerinden izler taşıyan, biraz da meddahları hatırlatan. Masallarda böyle kişisel, kendine özgü bir anlatım yolu tutturmuştur Eflatun Cem Güney.

Masallar, halk hikâyeleri söz konusu olunca Eflatun Cem ile birlikte sevda da hatırlanmalıdır. Çünkü o, bu tür halk ürünlerine gönülden bağlıdır, bunları yayına hazırlarken gerçek bir folklorcu gibi davranmakla kalmamış, aynı zamanda bir sanatçı, yaratıcı bir yazar gibi çalışmıştır. “Masallara yeni renkler, motifler katmış, yepyeni varyantlar yaratmıştır.” (1)

Dertli Kaval, Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre onun kitaba geçirdiği, bize ulaştırdığı ve sevdirdiği halk hikâyelerinden bir kaçı. Bu yanıyla o, çağdaş bir halk hikâyecisidir.

Hekimhan’da, 1896’da doğan Eflatun Cem, Telgraf müdürü Ahmet Hurşit Beyin oğludur. Ölümle erken tanıştı: o, daha altı yaşında babasını, yedi yaşında annesini yitirdi. Amcası Sivas Posta Müdürü Şevket Beyin yanında büyüdü. Birinci Dünya Savaşı’nın henüz sona erdiği günlerde Sultaninin Edebiyat Bölümünü bitiren tek öğrenciydi.

DERTLİ KAVAL HİKÂYESİ

Öğrenim döneminin sonunda Konya Öksüzler Yurdunda Türkçe öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Mütareke günlerinde duygularını şiirlerle anlattı. 19 Mayıs, içindeki kurtuluş umudunu yeşertti. İlk Kuvayi Millîye Marşı’nı yazdı. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinin Konya’daki çalışmalarına katıldı. Kuvayi Millîye’nin Öğüt gazetesi ile İrşat dergisinde çalıştı. Kurtuluş edebiyatımızın ilk eserini, Matem Sesleri adlı şiir kitabını yayımladı; millî bir ruhla söylenmiş şiirlerle marşlar yer alır bu kitapta.

Hamdullah Suphi’nin bakanlığı döneminde toplanan ilk Maarif Kongresine katıldı. Kayseri Sultanisi Türkçe öğretmenliği sırasında Nafi Atuf Kansu’yla birlikte Misakı Millî gazetesini çıkardı. Ankara’da, Reşat Nuri, Ali Canip, Hasan Ali’yle birlikte Türkçe, Edebiyat kitaplarının incelenmesi çalışmalarına katıldı. Eskişehir, Sivas, Samsun, Afyon, Kütahya, İstanbul gibi Anadolu'nun birçok yöresini öğretmenlik görevi nedeniyle tanıdı. Bu yörelerde yerel sanat dergilerinin çıkmasına önayak oldu.

Oğluyla birlikte Dertli Kaval hikâyesini yazdı, ne yazık ki hikâyenin gazetelerde yayımlanacağı günlerde oğlunu yitirdi. Tarifsiz acılar yaşadı, kırk gün kırk gece kapanarak İnsan Çocuğa Ağıtlar’ı yazdı.

HER DERDE DEVA ÇİÇEKLER

“Yurdumuzun sadece insanı büyüleyen bir güzelliği değil, sır ve sihirle yoğrulmuş folklor özellikleri de vardır: Yaylaların birinde murat kapıları açılır; adaklar adanır, niyetler tutulur... ötekinde çiçekler, çiğdemler burcu burcu konuşur. Biri, “ben şu derde devayım” der; öbürü, “ben de şu hastalığa şifayım” der, der ama, gene duyan duyar, duymayan duymaz...” (2)

Güney, kendini halk edebiyatıyla ilgili çalışmalara vermiş, ozanlarımızla ilgili çalışmalarla yayın dünyasında kendine yer bulmuştur.

Halk Şiiri Antolojisi, Halk Türküleri gibi kitaplarda onun imzasını görürüz. Bir de oğluyla birlikte yazdığı Âşık Meslekî, Âşık Kâmili, Âşık Ruhsati, Erzurumlu Emrah gibi eserlerde.

Daha 1918’de Konya’da öğretmenliğe başladığı günlerde folklor araştırmalarına da başladı. Bir yandan derleme, tarama çalışmalarını yürütürken, bir yandan da topladıklarını işleme, değerlendirme çalışmalarına girişti.

Çalıştı, çabaladı, çıktığı yolda güçlüklerle karşılaşsa da yılmadı, yıllarca yürüdü. Akıp giden zamana karşı durdu bir bakıma. Zaman geçip giderken folklor değerlerimiz kaybolmasın istedi. Bir adım ötede, bunların halk ağzı ve halk zevkiyle işlenerek millî kütüphanemiz için değişmez, kılına dokunulmaz demirbaş nüshalar durumuna getirilmesini amaçladı.

Onun karınca gibi çalışarak oluşturduğu metinlerin kılına dokunulmaz demirbaş nüshalar olup olmadığı tartışılabilir; belki böyle bir amaç belirlemenin gerekli olup olmadığı da. Ancak, onun oluşturduğu eserler halk ağzından özellikler, halk zevkinden izler taşımaktadır.

Folklor ona göre şu başlıklarda toplanır: Millî destanlar, destan tipi hikâyeler, halk hikâyeleri, halk masalları, mitler ve halk efsaneleri halk fıkraları, atasözleri, türküler.

SÖZ, YAZI, GÖNÜL YAYLASI

“Bu masallar, bu hikâyeler, sözlü gelenekteki ağız tadıyla işlenerek halk klâsiklerimizin demirbaş nüshaları meydana getirilebilir... Bu destanlar, bu efsaneler, bizi kendi dar kabuğundan çıkarıp toplumun gönül yaylasına ulaştıracak yeni eserlerin yazılmasına yol açabilir... Bu güzellemeler, bu yiğitlemeler; şu manasız şiir çırpınmaları yerine, yüreklere derinlik, enginlik verecek bir şiir çağlayanı olabilir... Bu türküler, koşmalar ve bu ilâhîler, nefesler ses ve saz sanatçılarımızın dillerine tat, tellerine halavet katacak bir ezgi demeti olabilir.. Folklor edebiyatımıza, folklor müziğimize ait olan kimi eserler de, batı tekniği ile işlenerek yeni bir sanat, yeni bir edebiyat şekline can verilebilir...” (3)

O bu türlerin hepsini sever ama masallara sevdalıdır. “Ben masal analarının dizi dibinde yetiştim. Tadı damağımda kalmıştı onların masallarının. (...) sonra bu masalların birer sanat değeri olduklarına inandım. Sözlü bir gelenek hâlinde sürüp gelen bu masalları aynı anlatış tadıyla kaleme almaya çalıştım.”

KALBİN GÜLEN VE AĞLAYAN TELLERİ

Eflatun Cem Güney, geleneksel halk hikâyelerimizi ve masallarımızı derlemekle kalmadı, kendisi de masallar yazdı. Bu nedenle Masalcı Baba olarak ünlendi.

“Ya şu tandır başı; ne masallar, ne masallar var orada; makas kesmedik, iğne batmadık masallar. Hele iki tekerleyip bir yuvarlamasını bilen masal ustalarından dinlenirse tadına doyum olmaz. Doğrusu, ağızlarından bal akar, dilleri de kaymak çalar balın üstüne...” (4)

Eflatun Cem Güney, şehir şehir, köy köy, dağ tepe dolaştı. Masallar dinledi, kaydetti onları, yoğurdu, özümsedi, kendi diliyle yazdı; okuyucuları, daha çok çocukları, gençleri ama her yaştan insanı buluşturdu masallarla.

Çalışmaları ilgi ve beğeniyle izlendi. Masal alanındaki çalışmaları uluslar arası bir seçici kurulca dünya çocuk ve gençlik edebiyatının en iyi örnekleri sayıldı, ona Andersen Ödülü verildi. “Hans Christian Andersen Medal Kurumu” çağdaş masal yazarları içinde, Eflatun Cem’in Açıl Sofram Açıl kitabındaki masalları, 55 milletten şeref listesine aldığı 11 eser arasında en mükemmeli kabul etti, ona Andersen Payesi Şeref Diploması ve Dünya Çocuk Edebiyatı Sertifikası verdi (1956). 1960’ta “Dede Korkut Masalları ile aynı ödül bir kez daha verildi Güney’e.

İNSAN RUHUNDA GEZİ

Eflatun Cem Güney’e göre, halk ruhunun vatanı olan masallarda halk kendini, kendi dilini, kendi kalbini, kalbinin gülen ve ağlayan tellerini bulur: “Bilindiği gibi masallar, halkın hayal gücüyle yarattığı verimlerdir. Fakat bunlar sadece birer kuru hayal değildir: gerçeğin de büyük payı vardır. Halk hikâyelerinde gerçek ön plânda, hayal arka plânda gelir. Bu gerçekler düpedüz değil de masal motifleriyle anlatılır. Bu bakımdan kendi toplumumuzun yaşantılarını da bize öğretir. Hele insanı insana tanıtıcı yönü daha kuvvetlidir. Gerçekten masallar insan ruhlarında yapılmış gezilerdir. Halk ruhunun vatanı olan bu eserlerde halk kendini, kendi dilini, kendi kalbini, kendi kalbinin gülen ve ağlayan tellerini buluyor.”

Gözlerini yitirdi, genel olarak sağlığı bozuldu. Ama boş durmadı. Masallar üzerinde yoğunlaştı. Derlediği masalları titizlikle değerlendirdi. Masalları halkın ağzından çıktığı şekilde değil, kendine özgü bir üslûpla anlatmayı tercih etti. 30’u masal olmak üzere 62 kitabı yayımlandı.

“Keloğlan, Peri kızı, Devanası, Yedi Köyün Yüzkarası, İddi ile Bidı, Hılı ile dılı, Kara Ese, Sarı Köse... Bu masal kahramanlarının hamuru, mayası bir ama, huyu, suyu bir değil; akı da var, karası da... Akyürekliler arasında, gönül alıp kâbe yapanlar mı dersin, hakka hakikate tapanlar mı... On parmağını kandil edip yakanlar mı dersin, on parmağında on hüner olanlar mı... (...) Karayürekliler arasında da, kendilerini dev aynasında görenler de vardır, burnu Kaf dağında gezenler de. (...) Saman altından su yürütenler de vardır, ipe un serenler de... Görülüyor ki içlerinde beğenilen, örnek edilmesi değenler de bulunuyor, beğenilmeyen, şerrinden kaçılması gerekenler de... İşte masalların da asıl eğitim değeri burada...” (5)

GÖZLERİMİN SON ÇIRASI

1972’de, ölümüne 9 kala jübilesi yapıldığı gün, “Karlı dağın başına bir güneş çaldı.” der. Oysa, gözlerini kaybettiğinden dağı, karı, güneşi görmesi mümkün değildir. Alçak gönüllü, ince ruhlu bir sanatçı olan Cem, gönül gözüyle görür, yaren diliyle konuşur. Gözlerinin görmeyişine üzülmekle birlikte, son yazdığı kitabı için benzetmesi ilginçtir: “Gözlerimin son çırası.”

Çocuk edebiyatımızın verimli bir yazarı olan Eflatun Cem Güney, birçok masalımızın günümüz Türkçesiyle gün ışığına çıkarılmasında büyük çaba gösterdi. Halk Şiiri Antolojisi, Dertli Kaval , En Güzel Türk Masalları, Halk Türküleri, Bir Varmış Bir Yokmuş, Nasrettin Hoca Fıkraları, Evvel Zaman İçinde, Dede Korkut Masalları, Gökten Üç Elma Düştü, Az Gittim Uz Gittim, Folklor ve Eğitim, Folklor ve Halk Edebiyatı onun bize armağanı kitaplardan bazıları.

“Yıllar tüketmedi, şu kalem tüketti beni. Söyleyecek yeni bir şeyim kalmadı, yazacak, söyleyecek şeyi olanlara bizden selâm olsun.” diyen Eflatun Cem Güney aldı başını gitti 1981 yılı Ocak ayının ilk günlerinde.

Biraz Köroğlu’nun Bolu Beyi’ne seslenişindeki yiğitlik; “Benden selâm olsun Bolu Beyi’ne.” der gibi. Biraz da, durumunu tevekkülle kabullenme, baş kaldırmak bir yana, giderken kalanlara gönülden bir selâm verme.

Bu selâm , “yazacak, söyleyecek sözü olanlara.” Yunus, Mevlânâ, Hacı Bayram-ı Veli, Kaygusuz Abdal, Akşemseddin gibi...

KAYNAKLAR

1) Konur Ertop, “Eflatun Cem Güney Çağdaş Bir Halk Hikâyecisiydi”, Sanat Dergisi, 15 Ocak 1981.

2) Eflatun Cem Güney, Folklor ve Eğitim, s 2, Talim ve Terbiye Dairesi Yayınları, Türk Millî Eğitim Teorisi Geliştirme Araştırmaları Serisi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1966.

3) Güney, age., s 24-25.

4) Güney, age., s 3.

5) Güney, age., s 10.

 

 

Baki YİĞİT

1955 yılında Malatya ili, Hekimhan ilçesinin Yeşilpınar(Dostal) köyünde doğdu. Babası Yakup Yiğit annesi Elif Yiğit’tir. Malatya lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü bitirdi

1979 yılından beri Kültür Bakanlığına bağlı Malatya Güzel Sanatlar Galerisi Müdürlüğünde görev yaptı. Helen malatya Müze Müdürlüğünde araştırmacı olarak görev yapmaktadır.

Şiire Üniversite yıllarında başladı. Birkaç Şiiri çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. Aşağıdaki şiir kendisinden alınmıştır.

SENSİZLİĞE SÖYLEDİM

Bir akşam başlıyor siyah bulutlara

Islak yollara sarhoş ışıklar düşüyor

Gözlerim kitabımda düşüncelerim seninle

Seni Düşünüyorum.

 

Biliyorum geleceksin bir gün sonu

Tüm mutluluklarımı yitireceğim

Ağaçlar yapraklarını dökerken

Yeryüzü sevinçleri bensizde mutlu

Onlara bensizde gidebilirsin

Bende karanlık da ıssız evrene bakıp

Gelmeni bekleyeceğim

İstasyon caddesinde duyacağım

Gerçeğin acılığını

Halil YAZGAN

 Malatya’nın Hekimhan ilçesine bağlı Ağılyazı köyünde 1954 Yılında doğdu. Liseyi bitirdi. 1978 yılında nüfus memuru olarak göreve başladı. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladı. Yazdığı şiirlerden bazılar yerel gazetelerde yayınladı. Aşağıdaki şiir kendisinden alınmıştır.

BİR EVİN HOROZU ÇOĞALMIŞ İSE

Ne hayır beklenir ne bereket

Bir evin horozu çoğalmış ise

Yaşamaya yüklü konar sefalet

Bir evin horozu çoğalmış ise

 

İşleri çoğalır gücü azalır

Sinirler bozulur sözler çoğalır

Küçükten büyüğe saygı yok olur

Bir evin horozu çoğalmış ise

 

İncinir kalpleri bir gün kırılır

Dünyaya zevkler kökten yıkılır

Sevgi bahçelere kinler dikilir

Bir evin horozu çoğalmış ise

 

Niyetler bürünür toza dumana

Dönüşür bir gün yamanı

İçinden çıkılmaz döner ummana

Bir evin horozu çoğalmış ise

 

Halil der herkes bileli haddini

Önce tanımalı insan kendini

Çoğa mal ederler makam derdini

Bir evin horozu çoğalmış ise

KUL SEVİNDİK

18. Yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın başlarında yaşamış bir halk ozanıdır.

“Sene bin iki yüz yirmi dört oldu tamam

Gelse gerektir ahir Mehdi-i sahip-zaman”

biçimdeki bir deyişinde 1809 yılında hayatta olduğu anIaşılmaktadır.

Asıl ad Mustafa olup, Hekimhan’ın Çulhalı köyünde dünya ya gelmiştir. Bir süre köyde kaldıktan sonra Kangal'ın Çaltepe köyüne yerleşmiş daha sonra bu köyden de ayrılıp bilinmeyen bir yere göçüp gitmiştir. Nerede ne zaman öldüğü bilinmemektedir.

Bir gün Hacı Bektaş'ta Feyzullah Çelebi'ye saz çalıp şiir söyledikten sonra saz ve sözünü çok beğenen Feyzullah ÇeIebi'nin "Ne güzel söyledin evlat, sevindik" sözü üzerine "Sevindik" sözünü kendisine mahlas olarak almıştır

Gönül aşk kitabin Sen al eline

Serimize ne yazılmış görelim

Tevhit kelimesin getir diline

Din Serverine salavat verelim

 

Din Serveri hak Muhammet Ali 'dir

Yardımcımız keremkani Veli'dir

Bizden ezel gelen birden uludur

Derdimizin dermanın görelim.

 

Tabipler denliye derman eylesin

Şah Hüseyin ilmi kelam söylesin

İmam Hasan ummanları boylasın

Sıdkınan kulak urup dinleyelim.

 

Dinen gelen imamların sesidir

İmam Zeynel imamların hasıdır

İkrarına inkar olan asidir

İkrarı inkar edene soralım

 

İnkar eden münkir Hakka kul olmaz

Coşkun akan muhabbete göl olmaz

Ol imam Bakirin sırrı denilmez

Sizin ile hal evine varılmaz

 

Hal evinde hal olalım halınan

İmam Cafer bir yol kurmuş yolunan

Bin birimize tatlı dilinen

öğüt nasihat teselli verelim

 

Teselli vererek müşkülin kandır

Muhabbet şamının çırasın yandır

Yolunu Musayi Kazım’a döndür

Üstat nazarına doğru varalım

 

Üstadımdır dost yüzüne bakıtan

Hocam İmam İrza’dir okutan

Özünü seçegör yelmiş ikiden

Sizin ile yetmiş üçe varalım

 

Kadim islam dini yelmiş üç olur

İsmail’e inen kurban koç olur

Önü sonu bu Faniden göç olur

Onlar göçmüş ya biz neye duralım.

 

Geliciden gel olunca durulmaz

Taki’yi Naki’yi seven yorulmaz

Tasdik olmayınca Hakk'a erilmez

ikiliği kalbimizden ıralım

 

Hak Taala sever tastık kulları

Coşkun akar muhabbetin selleri

Hasan Askeri'nin gonca gülleri.

Firdevs'i aladan açmış görelim

 

KUL SEVİNDİK bülbül intizar güle

Şah Muhammet Mehdi zuhura gele

Düşmüşlerin elin ala kaldıra

Temanna eyleyip yüzler sürelim.

Muharrem AKINCI

Muharrem Akıncı 1960 da Malatya ya bağlı Hekimhan İlçesinde doğdu Lise Mezunu Olup Bir Kamu kuruluşunda memur olarak görevine devam ediyor. Şiirlerin saz eşliğinde, koşma türünde çalıp söylemekte saz şairi geleneğini sürdürmektedir.

GÖNÜL

Gönül sana nasıl söylesem

Nasihatim nasıl versem

Varıp böyle yar seversen

Sana sözüm yoktur gönül.

 

Bilirim nasıl seversin

Hem seversin, hem yanarsın

Bilmem nasıl uslanırsın

Bende mahna bulma gönü

 

Böyle seven bir sen misin

Keremde yandı bilir misin

Ferhat, Mecnun, Aslı mısın

Bülbülü hiç katma gönül

 

El insaf nedir bu halin

Derdinle büküldü belim

Muharrem bur garip kulun

Hal bilmeze çatma gönül

Etme gönül, tutma gönül.

SADIK BABA

Asıl adı Hüseyin  olup Hekimhan’a bağlı Güvenç köyünde 1 Mart 1771 (Rum 1187)’de dünyaya gelmiştir. Babasının ad Kurada Ali’dir. Genç yaş da şohreti oldukça yayılan aşık okur yazarlığı olmayan ümmi bir kimsedir. şiirlerinde Sadık mahlasını  kullanmış, halk arasında da Sadık Baba ismi ile sevilip sayılmıştır.

Çocukluk ve gençlik yıllarının önemli bir bölümü Sivas’in Karaöz köyü ile Hekimhan’ın Basak köyünde geçmiştir.

İlham geldikçe söylediği şiirleri yakın arkadaşı Molla Bek-taş tarafından tutulan bir cönket yazıya geçirilmiştir. 35 Yaşından sonra kendi köyü olan Güvence dönen aşık köyünde evlenmiş ve çoluk çocuğa kavuşmuştur. Halen köyde torunları bulunmaktadır. Hayatının sonuna kadar çiftçilikle geçinmiş ve 8 mart 1837de Güvenç köyünde vefat etmiştir.

Bu gün kendi köyü ve çevre köylülerce mezarı ziyaret yen olarak kabul edilmektedir.

Tarikat meclislerinde kendini yetiştiren ender insanlardan olan Sadik Baba Bektaşi edebiyatında sivrilmiş yedi şairden biri sayılır.

Kumralımsı, sarı saçlı, uzunca bıyıklı, sarı sakallı, orta boylu, sessiz, sakin, parlak gözlü bir kimse olup Vahdet-i Vücut prensibini benimsemiştir. Din ve tarikat ulularını sevmiş, onları şiirlerinde övmüştür. Şiirlerinin çoğu dini, tasavvufi ve öğretici türdendir.

Şiirleri, Cemal Özbey tarafından  Sadık Baba, Hayati ve Deyişleri" (Ankara 1957 ) adıyla yayımlamıştır.

GÖNÜLE ÖĞÜT

Gönül seIamını kamile söyle

Alıcı olmayınca açma dükkanı.

Ariflik manasın sor sual eyle

Müşterisiz yerde olma lisanı

 

Cahil ikrar eder ahtinde durmaz

Burda ağlamayan 0 demde gülmez

Yalan ile iman bir yerde olmaz

Neden maruf yalancının imanı

 

Cümle alem gezer arar Hak deyi

Arif ifşa eder kula bak deyi

Nehi münkir inkar eder, yok deyi

Men ademde gördüm Hakk'ın ihsani

 

Yerde değil, gökte değil ya kande

Acep Hak mihman mi ola bu tende?

Velakat kerremna bani ademde

Kimse bilmez kimde mihman cananı.

 

Almayana değil sözü'm alana

Gerçekler yuf dedi kalbi yalana

Canım kurban olsun halden bilene

SADİK'a bildirdi küllü noksanı.

Seydi Battal EKİCİ 

1945 yılında  Malatya’nın Hekimhan ilçesine bağlı Molla İbrahim(Doyran) köyünde doğdu. Orta okulu bitirdi.  Yerel gazetelerde şiirleri yayınlandı. Şiir yazmayı sürdüren Seydi Battal Ekici serbest meslek mensubu olup halen Malatya’da oturmaktadır. Şiir kendisi tarafından verilmiştir.

KÖYÜM

Dünyayı ilk gördüğüm

Benim o güzel köyüm

Akraba ve  komşumla

Yaşadığım can köyüm

 

Davarımız yayılır

Güzel yaylalarında

Ölür isek ölümüz

Sende gömülür köyüm

 

Sen tabiat bahçesi

Bizler sana gül köyüm

Sen ebedi yaşarsın

Bizler ölürüz köyüm

 

Battal diyar köyüne

Küçük ve büyüğüne

Sense mahşere kadar

Bereketli ol köyüm.

Veli YURTSEVEN

Hekimhanın Güzelyur Kasabası Faraşlı mahallesinde 1933 yılında doğdu. Diğer namı ile Veli Çavuş olarak da tanınır. Güzelyurt belediyesinin emektarlarından olup 1986 yılında emekli olmuştur. Halen Güzelyurtta ikamet etmektedir.

AĞLA GÖZÜM YAŞ BULAMAM

Ağlar gözüm yaş bulamam

Bina yapsam taş bulamam

Şu dünyayı elesem de

Bana uygun eş bulamam

 

Kimselere kastım yoktur

Para eden postum yoktur

Şu dünya yi eledim de

Benden gayrı dostum yoktur.

 

Ast değilim, üst değilim

Süt dolu tas değilim

Ben nefsimi eledim de

Bende bana dost değilim

 

Sevil velim sende sevil

Biraz insanlığa eğil

Bu dünyanın saltanatı

Bir dakika bile değil

ALİ ERCAN

          Şair,1958 yılı Aralık ayında, Malatya’nın Hekimhan ilçesi Uğurlu (Baltacıbaşı) Köyü’nde doğdu. İlkokulu  Uğurlu Köyün'de, liseyi Hekimhan`da okudu. Sivas Eğitim Enstitüsü`nden mezun olduktan sonra Samsun’un Vezirköprü ve Karabük’ün Eskipazar ilçelerinde öğretmen olarak çalıştı. 1990 yılından bu yana Almanya`da Türkçe öğretmeni olarak çalışmaktadır.

KARDELEN

.Kardelen Zor günlere açan çiçek,

 Baharı muştulamanı seviyorum, 

Dağların doruklarında, 

En kötü koşullarda, 

Kar altında çimlenmeni, 

Zor günlere sürgün vermeni.

 Aydınlık gelecekler gibi 

Aydınlık çiçeklerini,

 Buram buram kokunu,

 Zirveleri zorlayan 

Özgürlük tutkunu seviyorum, 

İnadına sevdanı,

 Bilge insanlar gibi.

 

 Bir yanın daha var ki, 

Sana muhabbet duyduğum, 

Aramızda kalsın ama; 

Güneşine açıldığın dağların 

Kör karanlılığında

 Ayazlara yanışın, 

Boynu bükük bakışın

 Ve sorgulayan duruşunla

 Ne kadar da benziyorsun 

Sefil halkıma. 

Rödermark, Kasım 2000

TOPRAK

Toprak Alabildiğince geniş,

 Olabildiğince hovarda.

 Gem vurulmuş ırmaklara doğurgan

 Uçsuz bucaksız ovalarda.

 Bire bin veren Veysel‘in yari toprak. 

 

Ağaları barışık da

 Marabası kan bıçak. 

Kan ter işleyeni aç,

 At oynatanı tok toprak. 

 

Ya sende bir uğursuzluk var

 Ya insanlarında! 

Atatürk Barajı, Temmuz 1999    Ali Ercan  e-mail  aliercan@t-online.de

 

Oktay AVCU   ŞAİR   (1964 Hekimhan doğumlu )

Yayınlanmış şiir kitapları

1-Adını sen koy    2-Mumcu'yu Ben de öldürdüm 3-Türkçe küfürler

4-Aynı denizin yolcuları 5-Bahar beni bekliyor

ÇOCUKTUK

ilkbahardı mevsim

Güneşe bakardık dik dik

Güneşe bakardık

Sert sert

Güneşe bakardık gülerek

Çocuktuk

Korkuturduk

Güneş yakmazdı gözümüzü

EFKAN  İĞDİR (Şair)

   1 Nisan 1963 yılında Hekimhan İğdir doğumlu Şair Efkan İğdir öğrenimini Malatya da tamamladıktan sonra Fizik müh. olarak İstanbulda başlayan iş hayatını 1991 yılından beri Almanya da  sürdürmekte ve halen Almanya da yaşamaktadır. Şairin  ilk kitabı ''Sen gibi ''  den sonra 2. kitabı ''Anti-Cahil Şiirler ''  Can yayınlarından yakın zamanda yayınlanmıştır. Şairin kendi web sayfasından  şiirlerine ulaşmak mümkündür. Hemşehrimize başarılar diler,şiirlerinin eksik olmamasını temenni ederiz..  http://www.efkanigdir.de

Bayran kutlu olsun

Yıllardan gelen bir tutku.

Bayramın kutlu olsun çocuğum.

Barışın, sevginin dostluğun ufku.

Bayramın kutlu olsun çocuğum. 

 

Yıkarsın kötülüklerden gönlünü.

Öper iken büyüklerin ellerini.

Yunus Emre'nin kutsal yolunu.

Bulmuşken, bayramın kutlu olsun çocuğum.

 

Anmak için atanı gidince mezara.

Ölüm kötü, gönülde acı bir yara.

Geçmişlerinin ruhuna bir dua.

Okurken bayramın kutlu olsun çocuğum. 

 

Efkan buluştu dostlarla sımsıcak.

Muhabbetlerimiz sonsuza dek olacak.

Mutluluğun temeli, sevgiden bir ocak.

Yandıkça bayramın kutlu olsun çocuğum

                                                Efkan İğdir

TÜRK MİTOLOJİSİ  EFSANESİ
GUGUK KUŞU


                Çok eskiden Hekimhan İlçesine bağlı Kocaözü Kasabasında Küllek Hüseyin  adında bir köylü varmış. Bu köylünün beş uşağı ile hasta bir avradı varmış. Eskiden bütün köy halkı tarlada çalışırmış. Tarlada çalışmak o günün şartlarına göre çok zormuş. Küllek Hüseyin çok fakir olduğundan avradı ile birlikte hiç durmadan çalışırlarmış. Hasta olan avradı iyice hastalanmış. Köyde ne tohtur ne de hastahane varmış. En yakın hastahane Sivas'ta imiş. Araba ve yol olmadığından gitmek çok zormuş. Küllek Hüseyin avradını ata bindirerek yola çıkmış. Uzun yola dayanamadan Mehri hatın yolda ölmüş. Küllek Hüseyin avradını yolda gömmüş. Yetim kalan beş uşağa hiç bakacak kimsesi kalmamış. Küllek Hüseyin yeniden evlenmiş. Analık eline kalan uşaklara çok kötülük ediyormuş. Uşaklara yemek ekmek vermiyormuş. Babası tarlaya çalışmaya gidince onlara olmadık kötülükler edip babaları gelince şikayet etmesin diye uşakları korkuturmuş. Çevredeki komşular bu duruma çok üzülüyorlarmış. Bir gün evin büyük kızı, ortancılı gardaşını üvey anasının elinden kaçırıp dağa götürmüş. Koynuna bir torba koymuş bir de keser almış. Bunları uzaktan izleyen bir çoban varmış. Zeynep kengeri toplamış Yusuf'un torbasına doldurmuş. Yorulunca bir yere oturup dinlenmişler. Az sonra torbaya bakmış ki torbada hiç kenger yok. Torbanın dibi delik olduğundan hepsi dökülmüş. Yusuf küçük olduğu için kengerin döküldüğünün farkına varmamış. Buna çok sinirlenen ablası keser ile gardaşının başına vurup öldürmüş. Korkusundan eve gidemeyen Zeynep ağlaya ağlaya yürüyecek hali kalmamış gece sabaha kadar oturmuş ağlamış.

Allah'a yalvarmaya başlamış ve demiş ki: "Allah'ım beni bir kuş eyle kanadımı gümüş eyle. Gakgoğ diyem, babbağ diyem, gardaş diyem ağlıyam." 


Allah tarafından kuş kesilmiş bunları izleyen çoban, Zeynep'in nasıl kuş olduğuna inanamamış. Zeynep aynen guguk kuşuna benziyormuş. O günden sonra guguk kuşu gardaşını öldürdüğü taşın başına konup hiç durmadan ötüyormuş. Bu olaydan önce köylüler hiç böyle bir kuş görmemişler, günümüze dek gelen bu efsane nedeniyle çevremizde ne zaman bir guguk kuşu görsek büyükler Zeynep geldi derler.

 

KÖYÜM SARIKIZ

            Vermiş arkasını mercimek dağına

            Gençleri koşuyor keklik avına

            Gül, kekik kokusu dolmuş bağına

            Şensin bahtiyarsın köyüm sarıkız.

 

                        Bir cennet misali bağı bahçesi

                        Şen olur dört yanın köyüm sarıkız

                        Öğlen güzellerle dolar çeşmesi

                        Güzelsin şirinsin köyüm sarıkız.

 

            Soğuk olur sarıkızın suları

            Türlü çiçek açar hep bayırları

            Her gün gelir Tanrı misafirleri

            Misafir perverdir köyüm sarıkız.

 

                        İlk baharda yaylalara göçerler

                        Gölgeli yollardan gelip geçerler

                        Bir birini seven alıp kaçarlar

                        Doyulmaz tadına köyüm sarıkız.

 

            Şirin olur sarıkızın eriği

            Yaylasından tutuyorlar feriği

            Çoktan bıraktılar sırttan türüğü

            Kayısı diyarısın köyüm sarıkız.

 

                        Ferah oğlu meteylerim köyümü

                        Nasıl olsa herkes bilir soyumu

                        Kara toprak yutsa bile boyumu

                        Yine meteylerim köyüm sarıkız.

                                                                                              FERAH OĞLU

                                                                                      MUSTAFA ALTIKULAÇ

 

Kenan ŞAHBUDAK


Dede Korkut'tan günümüze gelen Ozanlık-Aşıklık geleneği Kültürümüzün en
önemli unsurlarından birisidir.
Bilgeliği, zekası ve yetenekleri ile Ozanlar bir zamanın filozofu, bilim
adamı, doktoru kısacası elinden her iş gelen halk önderleridir.
Bugün kullandığımız 'Bağlama'nın atası olan 'Kopuz', Ozanlara eşlik ederek,
bu geleneğin günümüze kadar gelmesinde çok önemli rol oynamıştır.
Ulusların, kültürel kimliğini yaşatmasının en önemli varlıkları dili ve
geleneğidir.
Bir çok dünya kültürleri, ne yazıktır ki küreselleşme iddiaları ile
sömürülmüş ve asimle edilmiştir.
Yabancı dilde Eğitim vermek, Batılı gibi konuşmak, tabela isimleri yetmezmiş
gibi çocuklarımıza da yabancı isimleri vermeye başlamak, Arap gibi şarkı
söylemek, başka kültürleri taklit etmek sonucu; kendi değerlerimizin
gittikçe azaldığı, bunun sonucunda ise önüne geçilemeyecek bir yozlaşmanın
kaçınılmaz olduğu bir gerçektir.
Bütün bu olumsuzluklar karşısında, bir kültür eri olarak inatla direnmek,
tutuculuktan uzak kalarak çok önemli değerlerimize sahip çıkmak ve Ozanlık
geleneğini yaşatmak, Halk Ozanlığı yolunda var olabilmek adına bu ulvi
değeri kendime görev biliyorum.

DOĞUM YERİ :
Malatya İlinin, Hekimhan İlçesi, Hasançelebi Nahiyesi Köylü Köyü'nde dünyaya
gelir.
Köylü Köyü biri Alevi, ikisi Sünni mezrası olan Alevi bir Köydür. Batısında
Darende Köyleri, Doğusunda Arguvan Köyleri, Kuzeyinde Divriği ve Kangal
Köyleri ve Güneyinde ise Hekimhan Köyleri bulunan, Yama dağı eteklerinde
kurulmuş şirin bir köydür.

DOĞUM TARİHİ :
Kenan Şahbudak'ın doğum tarihi nüfus kayıtlarında 10/09/1963 olarak
yazmaktadır. Annesi tarih bilemediği için doğumunun Harman sonrası, bulgur
kaynatılırken olduğunu söyler.

ADI :
Kenan adı; doğduğu gün tesadüfen evlerinde misafir bulunan Hasançelebi'den
gelen bir dede tarafından Yusuf-u Kenan'a izafeten verilmiştir.

SOYADI :
Soyadı kanunundan önce dedesinin, dedesinin, babasının adı olan Budak
Kahya'nın adını soyadı olarak kabul eden aile Budak soyadını kullanmaktadır.

LAKAPLARI :
Ailesine Köyde 'Edeler' denir. Ede; baba, büyük ağabey anlamına gelir. Bu da
ailenin Köyde sevilen, sayılan bir aile olduğunu gösteriyor. Edeler; daha
büyük bir kabile olan 'Hoçular' dan ayrılmıştır.

BABA TARAFI :
Dördü erkek, üçü kız kardeşten biri olan Hüseyin, Divriği'nin Armutak
(Kavaklısu) Köyünden Sünnetçi Eyüp İlçek'in kızı Şehriban ile evlidir.
Hüseyin Budak uzun yıllar Köyde rençperlik yaptıktan sonra birkaç sene
Ankara'da kapıcılık yapar, bir bankada çalışır, l970 yılında Almanya'ya
gider, beş sene kaldıktan sonra temelli yurda dönüş yapar. Ankara'da ev alır
ve yerleşir. Bir dönem ticaretle (Bakkal) uğraştıktan sonra, ikamet ettiği
mahallede iki dönem muhtarlık yapar. 18/03/1999 tarihinde Kalp
rahatsızlığından vefat eder. Üç erkek, iki kız sahibidir.
Babasının büyüğü olan amcası Sadık Budakoğlu; okumuş, Köyünde ve çevresinde
sevilen, sözü dinlenen tarih bilgisi bakımından da yetkin bin insan olarak
kabul gören ve şiir yazan birisidir. Ankara'da ikamet eder.
Babasının bir küçüğü amcası Mustafa Budak; iyi derecede bağlama çalan,
cemlerde zakirlik yapan ve şiirler yazan birisidir. Almanya'da ikamet eder.
En küçük amcası olan Veysel Budak; Maliye ve Gümrük bakanlığında müdürlük
yapan bir bürokrattır. O da çevresi tarafından sevilen ve sayılan birisidir.
Bursa'da ikamet eder. Veysel Budak'ın oğlu Hasan Basri; Radyo ve TV
kanallarında Halk Müziği ve Türkü programlarında hazırlayıcı ve sunucu
olarak görev yapmaktadır.
Halası (Bibi) Zeynep Emir; İzmir'de ikamet etmektedir. Zeynep'in oğlu Ergün;
çok iyi derecede bağlama çalmaktadır. Kenan Şahbudak'ın bağlamayı sevmesinde
önemli bir rolü bulunmaktadır. Halası Sultan Kurt Ankara'da, halası Elif
Özmeral ise İstanbul'da ikamet etmektedir.

ATALARI :
Dedesi Hüseyin, Arguvan'ın Gürge Köyünden Meryem ile evlidir. Hekimhan,
Arapgir ve Divriği arasında bulunan Sarıçiçek yaylasında ırgatlık yaparken
tanıştığı Meryem oldukça dini itikadı olan birisidir.
Dedesinin babası Hasan Hüseyin, onun babası İsmail, onun babası Hoçu ve onun
babası olan Budak Kahya iki kardeşi ile birlikte Doğanşehir, Polatdere
köyünden Arguvan'ın Çavuş Köyüne gelir, oradan Köylü Köyü'ne gelirler. Hoçu;
Köylü Köyü'nde kalır, Külpeş; Çavuş Köyüne döner (Aşık Ekberi'nin soyu),
diğer kardeş Arapgir, Sinikli Köyü'ne gider, onun soyu devam etmemiştir.

ANNE TARAFI :
Annesi Şehriban, Arguvan - Gürge Köyünden Divriği Armutak (Kavaklısu) Köyüne
yerleşen sünnetçi Eyüp İlçek'in ikiz çocuklarından biridir. Hüseyin,
Mustafa, Necip erkek, Fadime, Zeynep, Senem,Şehriban ve Arzu kız olmak üzere
sekiz kardeşlerdir.

YAKIN ÇEVRESİ :
Eşi : Ankara'da tanıştığı; Erzincan ilinin, Tercan İlçesi, Küçükağa Köyünden
Areller aşiretine bağlı Mehmet Bakmaz ile Sakine Bakmaz'ın ikisi erkek,
dördü kız çocuğundan biri olan Asiye ile 10-06-1986 tarihinde evlenmiştir.
Çocukları : 23/08/1987 tarihinde Ankara'da doğan oğlu Deyiş ve 07/03/1991
tarihinde yine Ankara'da doğan kızı Ezgi olmak üzere iki çocuk sahibidir.
Oğlu Deyiş şimdiden çok iyi Bağlama çalmaktadır. Ege Üniversitesi Devlet
Türk Müziği Konservatuarı öğrencisidir.
Kardeşleri : Kenan Şahbudak'ın ablası Fatma, sırasıyla erkek kardeşi Cebrail
(Habip), kız kardeşi Ferahnaz ve erkek kardeşi Hakan olmak üzere beş
kardeşlerdir.

ÇEŞİTLİ YÖNLERİ :
Tahsili : 1970 yılında babası Almanya'da iken Ankara'da İlkokula başlar, 3
sınıfı Ankara'da bitirir. Babasının annesini ve okumayan diğer kardeşlerini
de Almanya'ya götürmesiyle, 4 ve 5 sınıfları erkek kardeşi Cebrail
(Habip)'le birlikte Köyde bitirir. Ortaokul için tekrar Ankara'ya bibisi
(hala) Sultan'ın yanına gelir, bir sene sonra Almanya'dan temelli dönüş
yapan ailesinin yanında lise öğrenimini de bitirir. Babasının işi olan
Bakkallığa yardım ederken, Anadolu Üniversitesi İşletme bölümünü kazanır ve
1989 yılında diplomasını alır.

Askerliği : Dört yıllık Üniversite mezunu olduğu için 1991 yılının Nisan
ayında Ankara Etimesgut'ta askere alınır. Dört ay sonra burada kaldıktan
sonra (kışlada saz çaldığı için) Çorlu'ya sürülür. Burada iki ay nöbetsiz
askerlikten sonra Eylül ayında terhis edilir.

İşi : Askerliğinden önce bir pazarlama şirketinde çalışır. Bu vesile ile
Yurdun birçok il ve İlçelerini gezme fırsatı bulur. Değişik yer ve insanları
tanıma anlamında oldukça tecrübe edinir. Daha sonra bir süre ticaretle
uğraşır, sermayesi olmadığı için bu işte başarılı olamaz. Sonunda kendi
mesleği olan müzikle ilgili çalışmaya başlar. Ankara Seyranbağlarında Müzik
evi açar,burada hem müzik aletleri satar hem de bağlama dersleri vermeye
başlar. 1993 yılında Çankaya Belediyesinde Zabıta Memuru olarak kamu
görevine başlar, 1997 yılında Mamak Belediyesine geçiş yapar ve Eğitim
Kültür Müdür Yardımcısı olarak iki sene görev yapar. Eylül 2005 tarihinde
belediyeden naklen ayrılarak Milli Eğitim Bakanlığı Mamak Halk Eğitim
Merkezine geçer. Halen memur ve Halk Müziği bağlama usta öğreticisi olarak
çalışmaktadır.

SOSYAL FAALİYETLERİ :


Kenan Şahbudak'ın sosyal faaliyetleri oldukça yoğun olmuştur.
Daha çocuk yaşlarında Köyündeki bazı insanları taklit eder, çevresini
güldürürdü. Bir ara Karagöz-Hacivat oyununu Ankara'da iken akraba ve
komşularına sergiledi. Bu tür sosyal etkinlikler hemen her çağında oldu.
Okul yıllarında hep müzik kolu başkanı seçilirdi. 13 yaşında bağlama ile
tanıştı, babasına bir bağlama aldırarak kısa sürede kendi kendine türküler
çıkarmaya başladı. 1980-1983 yıllarında Halk bilim derneklerinde korolara
katıldı. Coşkun Güla'dan nota dersleri aldı. 1983 yılında Halk Ozanları
Kültür Derneğine üye oldu. Dernekte ilk defa bağlama kursları vermeye
başladı
O dönemde Derneğe gelen usta ozanlardan şiir tekniğini öğrendi ve şiirler
yazmaya başladı. Hemen hemen herkesten etkilendi ve bir çok şeyler öğrendi,
özellikle uzaktan akrabaları olan Nevzat Topal (Cansever), ve Ali Ekber
Gülbaş'ın (Ekberi) şiirleri onu çok etkiledi. Sürekli Halk Ozanlığı ve Halk
Ozanları ile ilgili kitaplar okudu. Bir dönem Halk Ozanları Kültür
Derneğinin Yönetim Kurulu üyeliği, Sekreterliği ve Denetim Kurulu üyeliği
yaptı. İlk şiirlerini o yıllarda yazmaya başladı. Şiirlerinde Şahbudak adını
mahlas olarak kendisi seçti ve kullanmaya başladı. Tam bir usta-çırak
ilişkisi gibi kabul edilmese de, öğrendiği bilgileri bazı ozan
arkadaşlarıyla paylaştı, onlara şiir tekniği konusunda yardımcı oldu.
1989 yılında bazı ozan arkadaşları ile Halk Aşıkları ve Halk Sanatçıları
Yayın ve Üretim Kooperatifinin kuruluşunda bulundu. Bu kurumda Halk Müziği
Korosu kurdu ve bağlama dersleri verdi. Bir çok öğrenci yetiştirdi.
Ozanların maddi imkansızlıkları nedeniyle Koop. amacına ulaşamayınca 1999
yılında yine yakın ozan arkadaşları ile Tüm Halk Ozanları Kültür ve
Dayanışma Topluluğu Derneğini kurdu. Bir dönem başkanlık yaptı, halen
Yönetim Kurulu Üyeliği yapmaktadır.
Bütün bu örgütsel çalışmaları sürecinde sayısız yurt içi konser, festival ve
programlara katıldı. Yapılan şiir yarışmalarında çeşitli dereceler ve
ödüller aldı. Şiirleri çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlandı.
Bunlardan bazıları; THT Ozanlar Antolojisi 2002, Mamak'ta yaşayan Halk
Ozanları 1998, Halk Aşıkları Antolojisi 1990, Milliyet Sanat Dergisi 1986,
Malatya Gerçek Gazetesi 1987, İmece Kültür Dergisi 1988, Köy-Der Yayın
Organı 1994, Ozanca Dergisi 2000-2002, v.s.
Değişik zamanlarda, Ankara'da yayın yapan yerel TV ve Radyolarda Halk
Ozanlığı ve Halk Müziği ile ilgili haftalık programlar hazırlayıp, Halk
Ozanlarının tanıtımını yaptı.
Sanatsal etkinliklerinden başka konularda da sosyal faaliyetlerine devam
eden Ozanımız, kendi köyü olan Köylü Köyü Sosyal Dayanışma ve Kültür
Derneğinin kuruluşunda bulundu, bir dönem başkanlık ve uzun yıllar yönetim
kurulu üyeliği yaptı. Tabii ki Derneğin düzenlediği bütün sosyal
etkinliklerde görev alarak önemli organizeler yaptı.
Ayrıca çocuklarının eğitim gördüğü Kütükçü Alibey İlköğretim Okulunda Okul
ve Öğrencileri Koruma Derneği Başkanlığı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği
Mamak Şubesinde yönetim kurulu üyeliği, sekreterliği ve Mamak Kitle
Örgütleri Platformunda dönem sekreterliği yaptı.
Mamak Belediyesinde yöneticilik yaptığı dönemde, 'Mamak'ta Yaşayan Halk
Ozanları' adlı şiir kitabını hazırladı ve yayımladı. 'Mamak ve Çevre' konulu
şiir yarışması projesini hazırladı ve yarışmaya katılan şiirleri kitap
halinde Belediye yayını olarak yayımlattı. THT üyelerinden oluşan Şiir
Antolojisini hazırladı ve Dernek yayını olarak yayımlattı. Yine THT' nin,
Kültür Bakanlığı ile ortaklaşa düzenlediği 'Ankara' konulu şiir yarışması
projesini hazırladı ve şiirlerden oluşan kitap yayımlandı. THT' nin yayın
organı olan 'Ozanca' dergisinin yayın yönetmeni olarak derginin
hazırlanmasında ve yayımlanmasında görev aldı, dergi 18 sayısına ulaştı.
'Halk Müziği Temel Bilgileri' başlığında Halk Müziğinin doğuşu ve gelişimini
anlatan araştırma yazısını, Ozanca dergisinin dört sayısında yayımladı.
Bestesini de yaptığı bazı şiirleri, bazı sanatçı arkadaşları tarafından
kaset ve CD' lere okundu. Bazı usta ozanların şiirlerini besteleyerek
kasetlerine okudu. Değişik ozan arkadaşları ile,1986 yılında 'Dostlar' ,
1988 yılında 'Halk Aşıklarından Deyişler', 1990 yılında 'Mihmanlar
Muhabbeti', 1993 yılında 'Sivas Vahşeti', 1996 yılında 'Gurup Canlar', 2002
yılında 'Ozanca Türküler' ve 2002 yılında tek başına çıkardığı 'Köy
Türküleri' olmak üzere yedi kaset çalışması yaptı.
Mamak Belediyesinde Halk Müziği Korosunu kurdu ve koroyu 1990 yılından 1999
yılına kadar çalıştırdı. 2002 yılında Ankara Barosu Halk Müziği Korosunu
kurdu, çalıştırmaya devam etmektedir. 2003 yılında Mamak Belediyesi
Çalışanları Vakfında Halk Müziği Korosunu kurdu. Toplumsal Araştırmalar
Vakfında bağlama dersleri vermeye başladı. Şefliğini yaptığı Halk Müziği
Koroları ile bir çok kez gösteriler düzenledi.
Seyranbağlarında Tüm Halk Ozanları Topluluğu bünyesinde, Şahbudak Müzik
Merkezi olarak Bağlama kursları açtı ve yoğun bir çalışmayla devam
etmektedir.

ŞİİRLERİNDE KULLANDIĞI ÖLÇÜLER :
Okullu yıllarında da Edebiyata ve özellikle de şiire ve türkülere ilgili
olan Kenan Şahbudak, bir çok usta Ozan kitaplarını ve Halk Şiiriyle ilgili
araştırma kitaplarını okumuş, şiir tekniği ve sanatını iyi bilmesine rağmen,
kelimelerle fazla oynamamış, geleneksel ölçülere bağlı kalarak, şiirlerini
daha yalın, halkın hemen anlayabileceği bir dille yazmaya özen göstermiştir.
Şiirlerinde geleneksel duraklara önem vermiş, saz çalan ozan olarak,
özellikle müzik ahengini yakalamak için şiirlerinde 6+5 = 11, 4+4+3 = 11,
veya 4+4 = 8 ölçü kalıplarına çok bağlı kalmıştır.
Ozanın şiirlerinde genellikle abab-cccb-dddb-eeeb-,...... kafiye ölçüsü
hakimdir. Tam ve zengin kafiye örgüsünü çok kullanmakla birlikte,
rediflerden de yararlanmıştır. Türküleştirdiği şiirlerde en az üç dörtlük,
bazı önemli konularda ise destanları görebiliyoruz.

ŞİİRLERİNDE İŞLEDİĞİ KONULAR :


Kenan Şahbudak'ın sosyal faaliyetlerini incelerken, onun ortak çalışmayı ve
paylaşmayı seven bir kişiliğe sahip olduğunu hemen görebiliyoruz. Hayattan
bir çok tecrübeler edinmiş olmalı ki bunları şiirlerinde de görmek
mümkündür.
Genellikle Toplumsal olaylarla ilgili şiirler yazmasına rağmen, her ozan
gibi oda sevdalanmış ve duygularını kağıda dökmüştür.
Hep kendi yaşadığı olayları değil, çevresini ve insanları iyi gözlemleyen
bir ozan olarak başkalarının duygularını da dillendirmiştir.
Alışılmışların dışında, Alevi kökenli olmasına rağmen, bu konularda fazla
şiiri olmaması ozanın bu tür bir ayrım yapmak istemediğini ortaya
koymaktadır. Bazı şiirlerinde yobazlara ve kökten dincilere taşlama
yapmış,'Asırlar önce yaşanmış olayları çağımıza getirerek ayrılıklar
yaratmak, en büyük gericiliktir'diyerek 'din inancının insanla yaratan
arasında olması gerektiğini, en güzel inancın sevgi olabileceğini düşünerek,
ilerici ve çağdaş insanların hep yeni arayışlar içinde olmalarını ve
dünyadaki gelişmeleri takip etmelerinin gerektiğini' düşünmektedir.

Atatürk'ü çok sevdiğini, Atatürkçülüğün ve Laiklik anlayışının ne olması
gerektiğini birkaç şiirinde dile getirmiştir. Kurtuluş savaşı, Milli
mücadele ve Cumhuriyeti yalın bir dille destan etmiştir.
Hiçbir siyasi guruba ve partiye üye olmamış, Ozanlığın bu gibi oluşumların
üstünde olması gerektiğine inanmıştır. Ezilen halkın yanında olup, onlara
insanca bir yaşamın gerekliliğini, iyinin, doğrunun yanında sömürene karşı
olunması gerektiğini açıkça ifade etmiştir.

DEVRİMCİSİN ATATÜRK
Bin dokuz yüz on dokuz da Samsun'a
Çıkışınla devrimcisin Atatürk
Hainleri düşmanları denize
Döküşünle devrimcisin Atatürk

Egemenlik ulusundur tezinle
Mehmetçik'le Kara Fatma kızınla
Tabuları o inançlı hızınla
Yıkışınla devrimcisin Atatürk

Çok partili düzen geldi hakkından
Bunu millet tanımıştı yakından
Hilafeti, saltanatı kökünden
Söküşünle devrimcisin Atatürk

Cumhuriyet fırsat vermez ezene
Emeğiyle çalışmayıp gezene
Türk medeni kanununu düzene
Sokuşunla devrimcisin Atatürk

Tekke, türbe, zaviye kapatıldı
Kara çarşaf gitti, fesler atıldı
Yeni takvim, yeni saat tutuldu
Çok işinle devrimcisin Atatürk

Kadınlara haklarını sağladın
Alfabeyi A'dan Z'ye bağladın
Soyadınla bütün yurtta çağladın
Akışınla devrimcisin Atatürk

İstikbale "gökte" demen nişandı
Akarsular baraj ile kuşandı
Demiryolu ilmek ilmek döşendi
Nakışınla devrimcisin Atatürk

Kemal sensin, Paşa sensin, Gazi sen
Yarınları teslim ettin bize sen
Şahbudak'ın çakmak çakmak gözü sen
Bakışınla devrimcisin Atatürk

BARIŞ TÜRKÜSÜ
Tüm dünyaya burdan haber yollarız
Dilimizde sevgi, barış türküsü
Ay yıldızda zeytin dalı sallarız
Alımızda sevgi, barış türküsü

Yok etmek değil mi gönül ağrımız
Bu yüzden çok yaralıdır bağrımız
Hacı Bektaş diyarından çağrımız
Gelimizde sevgi, barış türküsü

Bize böyle öğütlemiş soyumuz
Yar dışında paylaşımdır huyumuz
Sokağımız, mahallemiz, köyümüz
İlimizde sevgi, barış türküsü

Bu davada yüzülse de derimiz
Geri dönmez kadınımız, erimiz
Rehberimiz Hacı Bektaş pirimiz
Velimizde sevgi, barış türküsü

Cem oluruz, coşar semah döneriz
Dem alırız, muhabbete kanarız
Bu sevdanın ateşine yanarız
Külümüzde sevgi, barış türküsü

Bizde barış için savaş verilir
Emek çalan sömürenler yerilir
Fukara korunur, kanat gerilir
Kolumuzda sevgi, barış türküsü

Türk'ü, Kürd'ü, Çerkez'imiz, Laz'ımız
Bir olmalı bizler bize lazımız
Çalsın barış türküsünü sazımız
Telimizde sevgi, barış türküsü

Bu yol benlik kalesini yıkmaktır
Damla iken ummanlara akmaktır
Her millete bir nazarla bakmaktır
Yolumuzda sevgi, barış türküsü

Farkı yoktur bizde çoğun azınan
Bir olursa insanlıktır kazanan
Yoksullara yardım için uzanan
Elimizde sevgi barış türküsü

Der Şahbudak insanlığı seçeriz
Umut eker, yine umut biçeriz
Alın teri badesini içeriz
Dolumuzda sevgi, barış türküsü


ANADOLU ERENLERİ

Horasan'ı mekan tutmuş
Anadolu erenleri
Dört kapı, kırk makam tutmuş
Anadolu erenleri
Allah, Muhammet Ali'dir
Ehlibeytin temsilidir
Oniki imamlar belidir
Anadolu erenleri
Hakkı bilir, aşkı bilir
Gönüldeki köşkü bilir
Muhabbette meşki bilir
Anadolu erenleri
Ali yolundan gelirler
Payı kardeşçe bölerler
Ölmeden evvel ölürler
Anadolu erenleri
İnsan yüzü kıble derler
Kadın, erkek bir ederler
Her dem sevgiye giderler
Anadolu erenleri
Yetmiş iki millete bir
Nazar ile bakar her pir
Kainatı gönlündedir
Anadolu erenleri
Canana can verenlerdir
Geleceği görenlerdir
Hak yolunu sürenlerdir
Anadolu erenleri
Yar gönlünde yara olur
Aşk yolunda çıra olur
Dertlilere çare olur
Anadolu erenleri
Hoca Ahmet Yesevi'ye
Hünkar Bektaş-ı Veli'ye
Bedrettin'den Nesimi'ye
Anadolu erenleri
Kerbela'nın davasıdır
Pir Sultan'ın kavgasıdır
Karacoğlan sevdasıdır
Anadolu erenleri
Mevlana elinde asa
Hasan Dede, Abdal Musa
Veli Baba'dan Yunus'a
Anadolu erenleri
"Gelme gelme, dönme dönme"
Aşkın ateşinde sönme
Şahbudak'tan ayrı sanma
Anadolu erenleri
YOLUM HACI BEKTAŞ

Saygım, sevgim bitmez böyle canlara
Velim Hacı Bektaş, ulum Atatürk
Zorda kalsam tutunurum onlara
Dalım Hacı Bektaş, gülüm Atatürk

Cumhuriyet temelini pir attı
İnsanca bir yaşam ona murattı
Anadolu destanını yarattı
Dilim Hacı Bektaş, telim Atatürk

Yobazlıkla mücadele zor idi
Kafasında medeniyet var idi
Öz Türkçeyi geliştirdi korudu
İlim Hacı Bektaş, bilim Atatürk

Emperyalist sömürüyü yıktılar
Egemenlik meşalesi yaktılar
Mey oldular kadehlere aktılar
Dolum Hacı Bektaş, balım Atatürk

Ayırmadı milletleri, ırkları
Hepsi insan idi, yoktu farkları
Dağıttılar hep gerici çarkları
Yelim Hacı Bektaş, selim Atatürk

Vardı Türk'ü, Kürd'ü, Laz'ı, Çerkez'i
Birleştirdi insanlıktı merkezi
Kucakladı dostça sardı herkesi
Kolum Hacı Bektaş, elim Atatürk

Cem olurum canlar ile dönerim
Bağımsızlık ateşiyle yanarım
Kor olurum alevlerde sönerim
Alım Hacı Bektaş, külüm Atatürk

Bu mirası canım ile öderim
Işığında olmaz derdim kederim
Şahbudak'ım izlerinde giderim
Yolum Hacı Bektaş, Ali'im Atatürk


İNSANCA BİR YAŞAM

Ben bir insan isem dünya içinde
İnsanca bir yaşam olsun isterim
Afrika, Avrupa, Rusya'da, Çin'de
Gönüller umutla dolsun isterim

İnsanlar içindir bütün nimetler
İnsanlık adına olsun hizmetler
Açlık, kıtlık çeken yoksul milletler
Derdine dermanı bulsun isterim

Nedir bu düşmanlık, nedir bu savaş
İnsan birbiriyle değil mi kardeş
İnsanlık adına olmaz telaş
Gözler ağlamasın gülsün ister

Ayrılmasın yollar insan özünden
Vurup, vurulmasın bir hiç yüzünden
Ozan Şahbudak'ın naçiz sözünden
İnsanlar bir mana alsın isterim


DOYULUR MU

Yiyecekleriyle köyün
Tadına hiç doyulur mu
Pınarlarda soğuk suyun
Tadına hiç doyulur mu

Bir yukarı bir aşağı
Yayıktan alırdık yağı
Kur sofrayı yak ocağı
Tadına hiç doyulur mu

Mayalanır hamur şişer
Sac üstünde ekmek pişer
Patatesler köze düşer
Tadına hiç doyulur mu

Yanında ekşi ayranı
Mercimekli köfte hanı
Soğuk, reyhanlı boranı
Tadına hiç doyulur mu

Sırım, kavurma bir yana
Dik hoşafı kana kana
Tereyağında kaygana
Tadına hiç doyulur mu

Soğan, çökelek dürmeci
Süt kaymağı, koyultmacı
Yufkayla dut, ceviz içi
Tadına hiç doyulur mu

Asılır üzüm sepeti
Gül suyundan iç şerbeti
Közlenmiş meşe peliti
Tadına hiç doyulur mu

Ekmek aşı, un helvası
Düğürü, herle çorbası
Eriştesi, pıtpıtısı
Tadına hiç doyulur mu

Ekşili köfte yanında
Şoğra gelsin zamanında
Katmerin, küllemenin de
Tadına hiç doyulur mu

Hedik kaynarken kazanda
Pancar haşlardık bazanda
Kendir, kavurga hozanda
Tadına hiç doyulur mu

Anık, kekik bir arada
Yarpuz toplardık derede
Keklikli kömbe nerede
Tadına hiç doyulur mu

Acıgıcı, eveleğin
Dürümünü yapıp yemliğin
Aş içinde göbeleğin
Tadına hiç doyulur mu

Koşguzun, kenger sakızın
Tarhanaya yarma ezin
Haşıl üstünde pekmezin
Tadına hiç doyulur mu

Kuşburnu batardı dile
Karamıh, böğürtlen ile
Alıcın, ahlatın bile
Tadına hiç doyulur mu

Kuzukulak, eşgın bir de
Isırgan devadır derde
Kuşkuş, madımak her yerde
Tadına hiç doyulur mu

Şekerpare, erik, yemiş
Bastık derdik pestil imiş
Şahbudak türkü söylemiş
Tadına hiç doyulur mu

 

Şairin diğer şiirlerine kendi web sayfasından ulaşabilirsiniz ,

WEB SAYFASI  Kenan Şahbudak
 

Ulaşamadığımız ilçemiz yazar ve şairlerinin eserlerini bekliyoruz

mail adresi cavedat@hotmail.com

 

CUMALİ DEVECİ

KARA HASAN'LA DEV 

YILMAZ KUZUCU  -KÖŞE YAZARI

TÜM YAZILARI VE İNTERNET ADRESİ

http://www.turkpartner.de/Yazarlar/YKuzucu.htm

 

Eserlerin tüm hakları ve sorumlulukları eser sahibine aittir.

ANA SAYFA

www.hekimhan.com

www.hekimhan.org

www.hekimhanhaber.com

cavedat@hotmail.com