Hasançelebi'den Gelen ''Demir'' Müjde..
26.02.2006
DEMİR CEVHERİ
Demir madenlerimiz
Doğal halde
ocaktan çıkartılmış hiç işletime tabi tutulmamış cevhere tüvenan
cevher denir. 6 mm yada daha küçük parçalara ayrılmış cevhere ise
toz cevher denir.
Zenginleştirme tesislerinde elde edilen cevher ürünlerine
konsantre cevher denir. Konsantere cevherin çapı 6mm den büyük
olanlara kaba konsantreler, küçük olanlara ince konsantre denir.
%2 ve daha fazla mangan içeren cevhere manganlı cevher denir.
Demir
cevheri doğada oksitli (Fe2 O3) – (Fe3 O4), sülfürlü pirit(FeS) ve
karbonatlı (FeCO3) bileşikler halinde bulunurlar. Demir tenörü yeterli
olan demirin ekonomik olarak elde edileceği yeterli miktarda 6 çeşit
demir minareli vardır, söz konusu bu bileşenler ve demir tenörleri
aşağıdadır.
Bileşenler Fe %’si
Kimyasal Fomülü
Hematit 69,9
Fe2 O3
Manyetit 72,4
Fe3 O4
Limonit 52,6
2Fe2 O3. 3H2 O4
Siderit
48,2 Fe CO2
Götit
62,9 Fe2 O2.H2O
Pirit
46,6 Fe S2
Demir madeni, cevher
kütlesinin büyüklüğüne, yapısına ve yüzeye yakınlığına bağlı olarak
açık yada kapalı işletme yöntemi ile işletilebilir. İnce ve derin
dalan cevher kütleleri için kapalı işletme yöntemleri uygulanır. Ancak
çoğu cevher yatakları yüzeye yakın oldukları için en çok kullanılan
yöntem açık işletme yöntemidir. Açık işletme yönteminin üretim
maliyeti, kapalı işletme yönteminin üretim maliyetine göre çok daha
düşüktür.
Bu nedenle demir madenciliğinde genellikle açık işletme
yöntemi ile çalışılır.
Hekimhan ve çevresinde bu gün Türkiye’nin çok az gelişmiş yönlerinden biridir. İş imkanı kısıtlıdır. Devamlı ülkelerin diğer bölgelerine göç olayları yaşanmaktadır. Çevrede sanayi kuruluşu mevcut değildir. Demir cevheri madenciliği dışında başka önemli maden potansiyeli mevcut değildir. Projelerin gerçekleşmesi durumunda dolaylı olarak 10.000 kişiye iş imkanı sağlayacaktır.
2000 yılında ihalesi yapılan Hasançelebi Pelletleme ve
konsantrasyon tesisleri en yaşanan ekonomik kriz ve beyez enerji
soruşturmaları doğrultusunda ertelenmiştir. Eğer bu proje
gerçekleşirse Hekimhan Türkiye’de sayılı sanayi bölgelerinden biri
olacaktır... AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİK SÜRECİNDE DOĞAL KAYNAKLARIMIZIN ÖNEMİ DEMİR Günümüzde, insanların güvenlik içinde ve konforlu yaşamı için gerekli olan metaller arasında en çok kullanılanı demir ve çelik ürünleridir. Bununla birlikte işlenebilme zorluğu nedeni ile tarihte insanlarin demiri, altın, bakır ve tunçtan çok daha sonra kullanmaya başladıkları bilinmektedir. Günümüze kadar da demir, sanayinin temel hammaddesini oluşturmuş ve ülkelerin ekonomik kalkınmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu nedenle gayri safi milli hasılanın yanısıra, kişibaşına düşen demir-çelik tüketimi de Ülkelerin kalkınmışlıklarının ölçülmesinde önemli bir kriter olarak kullanılmaktadır. Nitekim gelişmiş ülkelerin verilerine bakıldığında, bu ülkelerin 2. Dünya Sanaşından sonra önemli miktarda demir-çelik tükettikleri ve oldukça ileri düzeyde geliştikleri rahatlıkla görülmektedir. Dünyadaki tesbit edilen demir cevheri rezervinin toplam 167 milyar ton olduğu bilinmekte ve bu rezervlerin büyük bir bölümü Avustralya, Brezilya, Kanada, Hindistan, ABD, Güney Afrika, Liberya, Isveç, Peru, Çin, Rusya ve Ukrayna'da bulunmaktadir. Dünya demir cevheri ticaretinde ise Avrupa Topluluğu Ülkeleri, A.B.D, Japonya, Güney Afrika, Avustralya gibi ülkelerin önemli payı bulunmaktadır. İhracatçı ülkelerin başında Avustralya, Brezilya, Kanada, İsveç, Liberya, Güney Afrika ve Venezüella, ithalatta ise; Japonya ve Avrupa Topluluğu Ülkeleri ilk sırada yer almaktadır. Üretimi yapılan madenlerin tüvenan olarak yada basit zenginleştirme işlemleri ile kullanılmasından ziyade uç ürünler haline getirilmesi elbette katma değeri daha yüksek olan bir gelir sağlayacaktır. Bu nedenle demir cevheri madenciliği ile uç ürün olarak niteleyebileceğimiz sıvı çelik üretiminin doğrudan ilişkisi vardır. Dünyada en çok sıvı çelik üreten ülkeler; sırası ile Çin, Japonya, Amerika ve Rusya'dır. 1990'lı yıllardan sonrası Çin, Avrupa, Rusya, Japonya ve Kuzey Amerika dünya pik demir üretiminin % 82'sini gerçekleştirmişlerdir. Avrupa, Japonya ve Kuzey Amerika'da pik demir üretimi aynı seviyede kalırken, Rusya'da düşmüş , buna karşılık Çinde artış göstermiştir. Bu dönemde Hindistan, Güney Kore ve Tayvan'da da pik üretiminde artışlar gözlenmiştir. 1997 yılında Pasifik Bölgelerindeki ülkelerin ekonomilerinde Güney Doğu Asya krizi nedeni ile bir durgunluk yaşanmıştır. Aynı yıl dünya çelik üretimi yaklaşık 800 milyon ton ile rekor seviyeye ulaşmıştır. 1996 ve 1997 yıllarında Çin dünyanın en fazla çelik üreten ülkesi olmuş, 1997'de 107.5 milyon ton sıvı çelik üretmiştir. Dünyada 50 kadar ülkede demir cevheri üretimi yapılmaktadır. Çin, Avustralya, Brezilya, Rusya ve Hindistan dünya demir cevheri üretiminin yaklaşık % 70'ini gerçekleştirmektedir. Çin yaklaşık 50 milyon ton yüksek tenörlü demir cevheri yanı sıra 250 milyon ton da düşük tenörlü demir cevheri üretimi yapmaktadır. 1997 yılında dünyanın en büyük 3 çelik üreticisi olan Çin, Japonya ve A.B.D.'nin toplam çelik üretimi dünya üretiminin % 39'unu oluşturmuştur. Çelik üretiminde 1997 yılında 1996 yılına göre % 13.1'lik artışa karşın 1998 yılında % 5.8 oranında bir düşüş gözlenmiştir. Dünya pik demir üretimi 1997 verilerine göre 543.9 milyon ton olmuş , en yüksek üretimi de Çin gerçekleştirmiştir. 1996 yılında üretilen demir cevherinin % 42.5'i ihraç edilirken bu oran 1997 yılında 468 milyon ton ile % 45.2 olmuştur. Avustralya ve Brezilya dünya pazarlarındaki yerlerini korumuşlar ve Japonya %27 ile dünyanın en büyük demir cevheri ithalatçısı konumuna gelmiştir. Japonya'yı sırası ile Çin, Almanya ve Asya ülkeleri takip etmektedir. Dünya'da 1997 yılında, 9.5 milyar $ karşılığı 468 milyon ton demir cevheri ihracatı gerçekleşmiştir. Bu cevherin 101 milyon tonu aglomera olarak, 367 milyon tonu da tüvenan veya konsantre olarak ihraç edilmiştir. İthalatçı ülkeler 1997 yılında aglomera edilmiş demir cevheri için 3.1 milyar $, aglomera edilmemiş demir cevheri için de 6.4 milyar $ ödemişlerdir. 1992 yılından 1997 yılına kadar olan ihracat artışlarına bakıldığında, ihracat değerlerinde dünyadaki nüfus artışına paralel olarak bir artış gözlenmiş, bu süre içinde ihracat değerlerinde anormal yükseliş ya da azalışlar gözlenmemiştir. Önemli demir ihracatçısı ülkeler Avustralya, Brezilya, Kanada ve Hindistandır. Önemli demir ithalatçısı ülkeler ise Japonya, Çin, Kore ve İngilteredir. Türkiye'de ise üretilen demir cevheri Karabük, İskenderun ve Ereğli'de kurulmuş üç entegre demir cevheri tesisinde kullanılmaktadır. Ülkemizde sıvı çelik üretimi bu tesislerde ve ark ocaklarında yapılmaktadır. Dünya çelik üretiminde ülkemiz, 1998 yılı verilerine göre 14.1 milyon ton ile 16. sırada yer almıştır. Ekonomik gelişmişliğin önemli bir göstergesi olan kişi başına düşen çelik tüketimi açısından kısa bir değerlendirme yapılacak olursa; 1995 yılında kişi başına düşen çelik üretimimiz 156 kg civarındayken 1998 yılında bu rakam 196 kg olarak gerçekleşmiştir. Ancak bu değer Avrupa Birliği ortalaması olan 302 kg'ın çok altındadır. Türkiye demir cevheri üretimi için ise kısaca şu değerlendirme yapılabilir : 1985 yılında Türkiyenin ilk demir cevheri zenginleştirme, 1986 yılında da Pelet tesisi devreye alınmıştır. Bu tesislerde 1985 yılından bu yana yaklaşık %55-56 Fe tenörlü manyetit demir cevheri zenginleştirilerek, sinter tesisleri için % 63 Fe tenörlü sinterlik konsantre, yüksek fırınlar için ise % 67 Fe tenörlü pelet üretilmektedir. 1985 yılından 1998 yılı sonuna kadar 7.052.673 ton sinterlik konsantre, 1986 yılından 1998 yılına kadar ise, 11 589.724 ton pelet üretilmiştir. Divriği B Kafa demir cevheri yatağından, demir-çelik fabrikalarının gereksinimleri doğrultusunda yılda ortalama 500.000 ton civarında %56-58 Fe tenörlü hematit demir cevheri üretilerek entegre tesislere sevkedilmektedir. Türkiye demir cevheri yıllık ortalama üretim miktarı 4.402.000 ton civarındadır. Özellikle son yıllarda cevher üretimde önemli bir azalma izlenmektedir. Bu durum, 1985 yılında yapılan yatırımlardan sonra bu sektörde önemli bir yatırım yapılmaması ve sektörün büyük oranda ithalata yönelmesi ile açıklanabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar sonrası belirlenen demir cevheri rezervleri demir çelik fabrikalarının kullanımları esas alınarak 3 grupta toplanmıştır: v İşletilebilir demir cevheri
rezervi v Sorunlu demir cevheri
rezervi v Potansiyel demir cevheri
rezervi Bu potansiyele rağmen Entegre tesislerin gereksinimi olan 9.5 milyon ton demir cevherinin 5 milyon tonu ithalat ile karşılanmaktadır. Ülkemizde tek demir cevheri zenginleştirme tesisi 1985 yılında Sivas-Divriği ilçesinde devreye alınmış, ancak bu süre içinde ikinci bir tesis daha yapılamamıştır. Sürdürülen yanlış ithalat politikalari nedeni ile demir cevheri madenciliği yok edilme noktasına getirilmiştir. Bu nedenle yılda yaklaşık 140 milyon dolar tutarında demir cevheri ithal edilmekte buna karşılık ihracat hemen hemen yok sayılacak boyuttadır. Bir Ülkedeki her gelir artışı, o ülkenin kalkındığı anlamına gelmemektedir. Kalkınmada önemli olan, ülkelerdeki gelir artışının kendi taleplerini karşılayacak şekilde ve uluslararası rekabet gücüne sahip bir yapıda gerçekleşmesidir. Bu nedenle ülkelerin kalkınmaları; sahip oldukları doğal kaynakları daha fazla katma değer yaratacak şekilde kullanmaları, bu kaynakları uç ürünlere dönüştürerek kullanıma sunmaları veya ihraç etmeleri ile yakından ilgilidir. Madenciliğimiz, gerçek anlamda Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda önemsenmiş, Maden Tetkik Arama Enstitüsü, Sümerbank, Etibank, Demir Çelik İşletmeleri gibi madencilik kuruluşları bu dönemde kurulmuş , ülke kalkınması madencilik sektörüne dayandırılmıştır. Ancak daha sonraki, özellikle 60'lı ve 70'li yıllardan itibaren Planlı Ekonomi Dönemlerinde madenciliğe gereken önem verilmemiştir. Ülkemizdeki demir madenciliğinin sorun ve çözüm önerilerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları 1938, Ereğli Demir Çelik Fabrikaları 1965 ve Iskenderun Demir ve Çelik Tesisleri 1975'li yıllarda öncelikle ülkemizin demir cevherini kullanmak amacı ile kurulmuştur. Bu tesisler uzun yıllar hammadde gereksinimlerini kendi kaynaklarımızdan karşılamış olmalarına karşın, demir çelik tesislerinde yapılan iyileştirmeler sonrası kapasite artışları gerçekleştirilmiş , ancak demir madenciliğine gereken yatırım yapılamadığı için bu tesislerin hammadde gereksinimleri yerli kaynaklarımızdan kalite, miktar ve fiyat olarak karşılanamayacak duruma gelmiştir. Ülkemizde demir cevheri rezerv, kalite, verimlilik ve maliyetler konusunda iyileştirme sağlanmadığı sürece demir cevheri ithali yıllara göre artarak devam edecektir. Bu nedenle demir cevheri ile ilgili ülkemiz çıkarları doğrultusunda ithalat politikası belirlenmeli yerli kaynak kullanımını özendirici tedbirler alınmalı, demir cevheri ithalatına sınırlama getirilmelidir. Sektörde özelleştirme yapılırken sektör ve bağlı tesisler bir bütün olarak düşünülmeli, özelleştirme sonrası, tesislerde kendi kaynaklarımızın kullanılması için gerekli düzenlemelerin yapılmasında gereken hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir. Demir madenciliği de diğer madencilik faaliyetleri gibi çok sayıda mevzuata bağımlıdır. Madencilik faaliyetleri için yaklaşık 10 Bakanlıktan 25'in üzerinde izin alınması gerekmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı madencilikten sorumlu olmakla birlikte, günümüzde madencilik faaliyetleri 3 değişik Bakanlık tarafından yönlendirilmeye çalışılmakta, ancak sektöre sahip çıkılmamakta, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı enerji konularındaki yoğun faaliyetleri nedeniyle madencilik sektörünün sorunları ile gerektiği şekilde ilgilenememektedir. Sektöre sahip çıkacak bir Madencilik Bakanlığı'nın bir an önce kurulması gerekmektedir. 1980 yılı sonrası sürdürülen ekonomik politikalar kapsamında ark ocaklarına özel elektrik tarifesi, vergi iadesi, navlun teşviği gibi imkanlar sağlanmış , ülkenin çelik üretimi artarken, üretimde yapısal dengesizlik gündeme gelmiştir. Uzun yıllardan bu yana ülkemizdeki entegre tesislerinin kapasite artışı sınırlı kalmış , Erdemir dışında entegre tesislere büyük yatırım yapılmamış, ark ocaklarının teşviği ile, ülkemizde sıvı çelik üretiminin % 65' i ark ocaklı tesislerden, % 35' i de entegre tesislerden yapılır hale gelmiştir. 1999 yılında ülkemizde 14 milyon ton sıvı çeliğin yaklaşık 9 milyon tonu ark ocaklı tesislerden, geriye kalan 5 milyon tonu da entegre demir ve çelik tesislerimizden üretilmiştir. Ülkemiz ark ocakları için hurda gereksinimini ithalat yolu ile karşılamaktadır. Türkiye, Dünyada hurda ithalatçısı ülkeler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. 1997 yılında ülkeler dünyada toplam olarak 54 milyon ton hurda ticareti için 8.6 milyar $ ödenmiştir. Aynı yıl ülkemiz için 988 milyon $ ödeyerek 7.7 milyon ton hurda ithal etmiştir. İthal edilen hurdanın büyük bir bölümünün kalitesi belirsizdir. Kütükler ise entegre tesislerden üretilenler kadar kaliteli değildir. Ark ocakları, hurdadan üretilen yuvarlak ürünlerin özellikle Uzak Doğu ülkelerine ihraç edilmesi için kurulmuştur. Ancak bu pazarlardaki mali kriz ve ekonomik sorunlar nedeni ile ark ocakları üretimlerini iç piyasaya sürmüş, iç piyasada dengeler tamamen bozulmuş , bozulan dengeler demir cevheri madenciliğini olumsuz yönde etkilemiştir. Ülkemizde uzun ve yassı ürün üretim dengesizliği de söz konusudur. 10 milyon ton sıvı çelik üretim kapasite fazlalığına karşın 2.5 milyon ton yassı ürün açığımız ithalat yolu ile karşılanmaktadır. Entegre demir-çelik tesislerimizin günümüz modern teknolojilerine sahip fabrikalarla hem maliyet, hem de kalite açısından rekabet edebilmesini sağlamak amacı ile süreli olarak günün koşullarına, ülkenin çelik gereksinimine uygun olarak modernize edilmesi gerekmektedir. Türkiye demir cevheri üretiminde önemli sorunlardan birisi de, yüksek tenörlü doğrudan beslemeye uygun işletilebilir demir cevheri rezervinin sınırlı olmasıdır. Bu durumda yüksek tenörlü demir cevheri yataklarında rezerv geliştirme çalışmalarının yanı sıra düşük tenörlü demir cevheri yataklarının zenginleştirileceği tesislerin de kurulması gerekmektedir. Bugüne kadar mostra veren yüksek tenörlü demir cevheri yatakları belirli boyutlarda değerlendirilmiş olmalarına karşın, derinlerde yeteri kadar arama yapılmamıştır. Ülkemizde yapılan etüt ve sondajlı arama çalışmalarının geçmiş yıllara göre büyük ölçüde azaldığı görülmektedir. Son yıllarda TDÇ I 'nin Divriği, Malatya ve Attepe bölgesindeki ocaklar ve çevresinde yaptırdığı etüt ve sondajlı arama çalışmalarının dışında ciddi boyutta arama yapılmamıştır. Türkiye genelinde etüt ve arama çalış malarını yürüten MTA'nın yaptığı çalışmalar ise giderek azalmış ve prospeksiyon aşamasından öteye gidememiştir. MTA Genel Müdürlüğünün yaptığı çalışmalar sonucunda Adana-Sivas kuşağı, demir cevherleşmesi açısından en önemli bölge olarak belirlenmiştir. Bu bölge için hazırlanacak arama projeleri ile, demir cevheri yönünden yeni yataklar ve ilave rezervlerin bulunması mümkündür. Ülke genelinde mostra veren demir cevheri zonlarının etüt ve arama çalışmaları hemen hemen tamamlanmıştır. Bundan sonra yapılacak aramalar, yeryüzünde mostrası olmayan ve nispeten derinlerde olan cevher yataklarına yönelik olacaktır. Bu tür sistematik yaklaşım gerektiren aramalar büyük masraflar gerektirdiği gibi, ekonomik cevher bulamama riski de yüksektir. Bu nedenle masraflı ve riskli aramalara ruhsat sahibi özel ve tüzel kişiler kaynak ayıramamaktadırlar. Demir cevheri rezervlerimiz bugünkü tüketim seviyesinde entegre demir-çelik fabrikalarının gereksinimini uzun süre karşılayacak durumda değildir. Ülkemizdeki işletilebilir demir cevheri rezervi tüketim hızına paralel olarak 10-13 yıl içerisinde tükenecektir. Potansiyel rezervler ile sorunlu cevher yataklarına gerekli çözüm getirilmediği, devlet-özel sektör işbirliği ile potansiyel olan bölgelerde demir cevheri aramalarına gidilmediği takdirde bugün olan cevher açığı daha da büyüyerek ülkemiz tamamen dışa bağımlı hale gelecektir. Bu nedenle demir cevheri potansiyelinin yoğun olduğu bölgeler için en kısa sürede master plan yapılmalı ve bu çerçevede öncelikli yöreler tespit edilerek devlet-özel sektör işbirliği ile aramalara hız verilmeli, düşük tenörlü ve sorunlu demir cevheri yataklarında fizibilite etütleri ve ilgili araştırma projeleri yapılmalıdır. Ülkemizde arama çalışmalarını yürütmek üzere kurulmuş MTA Genel Müdürlüğü yanlış yapılanma ve siyasi tercihler nedeni ile atıl hale getirilmiştir. Şu anda MTA Genel Müdürlüğünce yapılan ücretli aramalara özel ve kamu kuruluşları fazla ilgi göstermemektedirler. Demir cevheri arama çalışmaları devlet politikası olarak ele alınmalıdır. Ülkemizde yıllardan bu yana maden aramacılığını üstlenmiş MTA Genel Müdürlüğü yeniden yapılandırılmalı, bu yapılanma çerçevesinde verilecek yasal ve finansal destekle MTA Genel Müdürlüğü diğer modern yöntemlerle maden aramacılığının yanı sıra demir cevheri aramacılığında da yerini almalıdır. Ülkemizde demir cevheri üretimi genel olarak açık maden işletmeciliği ile gerçekleştirilmektedir. Sadece Divriği'de A-Kafa yeraltı işletme projesinin hazırlıkları sürdürülmektedir. Divriği dışındaki işletmelerde üretilen demir cevheri genellikle elle temizlenerek belirli bir miktar zenginleştirilmektedir. Bu cevherlerin bir kısmı doğrudan beslenirken, bir bölümü de sinterlenmektedir. Divriği'de Türkiyenin ilk ve tek demir cevheri zenginleştirme tesisi 1985, peletleme tesisi de 1986 yılında üretimine başlamıştır. Cevher üretimi yapan ocakların çoğu büyük yerleşim merkezlerinden uzak ve yüksek kotlu bölgelerde yeralmıştır. Bu işletmelere ulaşmak oldukça zordur. Bu nedenle kış aylarında çoğu işletme faaliyetlerini durdurmaktadır. Bu şekildeki çalışma yöntemi, üretim maliyetlerini büyük ölçüde artırmaktadır. Diğer taraftan, açık işletmeler derinleşmiş, ocak içi nakliye, dekapaj, su atımı gibi faaliyetlerin maliyetler yükselmiştir. Üretim maliyetlerinin büyük ölçüde artması, sektörün dünyadaki demir madenciliğiyle olan rekabet gücünün zayıflamasına neden olmuştur. Divriği'de üretilen pelet ve konsantre dışında ülke içinden üretilen cevherlerin tenörleri genelde %50-60 Fe arasındadır. Bu cevherler istenmeyen safsızlıklar da içerdiğinden entegre tesislerde sınırlı olarak kullanabilmektedir. Bu cevherlerin safsızlıklardan arıtılması için gerekli demir cevheri zenginleştirme tesislerinin yapılması gerekmektedir. Öte yandan ocaklardan üretilen milyonlarca tonluk cevherin, demir-çelik fabrikalarına nakli de maliyetle birlikte önemli bir sorun oluşturmaktadır. Devlet Demir Yollarının taşıdığı toplam yükün % 60'ı demir ve çelik sektörüne aittir. Demiryollarındaki sorunlar ve işletmeciliğindeki düşük verimlilik, demir çelik ve ona girdi sağlayan sektörler üzerindeki maliyeti olumsuz yönde etkilemektedir. Sahalarda üretilen cevherler entegre tesislere karayolu, demiryolu ve gemiler ile sevk edilmektedir. Cevher maliyetleri incelendiğinde, taşımaların cevher maliyetleri içindeki oranının yaklaşık %50-60'ı olduğu görülmektedir. Cevher taşımacılığındaki yüksek maliyet, yerli kaynaklarımızın rekabet gücünü ortadan kaldıran en önemli etkendir. Değişik kaynaklardan sağlanan cevher maliyetleri içindeki DDY taşıma payı, Erdemir için % 30-35, İsdemir için % 20-35, Karabük için % 20-45 arasında değişmektedir. Bu maliyetlerin düşürülmesi için cevher taşıma kapasitesi artırılmalı, taşıma maliyetleri rekabet gücü yaratacak makul seviyelere çekilmelidir. Dünyadaki çoğu ülkede madencilik faaliyetleri genel vergi sistemi içinde düşük oranlarda vergilendirilmekte, riskli bir faaliyet olan madencilik değişik yöntemlerle de desteklenmektedir. Ülkemizde de yeni bir yapılanma ile madencilik politikası üretilmesi ve ekonomik krizde olduğumuz bu dönemde, daha fazla katma değer yaratacak ve istihdam sorununa da önemli ölçüde çözüm üretecek olan sektörün desteklenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda madencilik faaliyetleri alt yapı başta olmak üzere elektrik, ucuz akaryakıt, taşıma, çevre ile ilgili yatırımlara destek, gümrüksüz makine, işçi SSK primlerinin ödenmesi, hızlı amortisman, aramaların amortisman kapsamına alınması, yatırım indirimi, yerli cevher kullanım primi gibi değişik şekillerde teşvik edilmelidir. Bu teşvik kapsamda madencilikte önde gelen ülkelerde madencinin çalıştığı yıl içindeki faaliyetinden elde ettiği gelirden Rezerv Tüketim Payı olarak isimlendirilen miktarın düşüldükten sonra kalan kısmının vergilendirilmesi ülkemizde de uygulanmalıdır.
Doç. Dr. Ali KAHRİMAN
5. KAYNAKLAR
Deneme safhasındaki toryuma dayalı nükleer santrallerin henüz ekonomik uygulanabilirliği olmadığından bugüne kadar toryum aramalarına gereken önem verilmemiştir. Buna karşılık, bazı ülkelerde, nadir toprak elementleri içeren monazit yataklarının aranmasına yönelik çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu mineraller aynı zamanda toryum da içerdiklerinden, toryum sadece yan ürün olarak değerlendirilmiş, sağlıklı verilere dayanan rezerv hesapları yapılmamıştır. Araştırmalara göre Nükleer Enerji Santralleri'nde kullanılabileceği 1993 yılında kanıtlanan toryumun bugüne kadar dünyadaki kesinleşen rezerv miktarı, 1 milyon 754 bin ton civarındadır. Bu rezervin yaklaşık %20'si Türkiye'de bulunmaktadır. Bununla birlikte, toryumun nükleer enerji hammaddesi olarak kullanılmaya başlanması durumda doğacak talep, çeşitli yatakların ekonomik değerini de belirleyecektir. Yukarıda da değinildiği üzere, nükleer yakıt çevrim sorunu nedeniyle, toryum bugün için geleceğini bekleyen bir nükleer yakıt hammaddesi durumundadır. Toryum-232, bazı süreçlerle uranyum-233'e dönüştürülebilmektedir. Uranyum -233 de Uranyum-235 gibi parçalanabilir bir maddedir. Bu parçalanma sonucunda da büyük bir enerji açığa çıkmaktadır. Yakıt çevrimi sorunu nedeniyle, bugün için toryumla çalışan ticari ölçekli santraller bulunmamakla birlikte, bu santrallerin prototipleri İngiltere, Almanya ve ABD'de uzun zamandır denenmektedir. Ticari ölçekte üretimin yapılamaması nedeniyle, halen toryumun enerji hammaddesi olarak tüketimi yok denilecek düzeydedir. Enerji hammaddesi olarak kullanımı dışında, değişik kullanım alanlarında tüketilen toryum miktarının fazla olmaması ve yıllık 700 ton ThO2 civarında olan dünya toryum üretiminin tamamen monazitten yan ürün olarak elde edilmesi nedeniyle, halen sadece toryum üretmek amacıyla işletilen bir cevher yatağı bulunmamaktadır. Son yıllarda, , geliştirilen yeni bir ''Toryum Reaktörü'' ekonomik elektrik enerjisi üretiminin sağlanabileceği yönünde ümit vermiştir. Toryum cevherinin enerji üretiminde kullanılmasını sağlamak, dünya birincil enerji kaynakları rezervini arttırmak anlamına gelmesi yönünden oldukça önemlidir. Diğer bir önemi de nükleer enerjinin çevre dostu olmasından ileri gelmektedir. Bilindiği üzere, nükleer reaktörler bugünlerin en sakınılması gereken; atmosferin daha fazla kirletilmemesi ve karbon dioksit salınmaması sorununa yardımcı olan enerji üretim araçlarıdır. Elbette, henüz incelenecek ve üstesinden gelinmeyi bekleyen bir çok mühendislik problemi bulunmakta olup, ticari elektrik üretim süreci uzun yıllar gerektirecektir. Fizikçilerin, esaslara ait çalışmaları büyük oranda tamamlanmış olup, 2005 yılına kadar 100 MW gücünde bir Toryum reaktörünün, örnek bir tesis olarak kurulması kararlaştırılmıştır. Avrupa'da geliştirilmekte olan ve 2005 yılında prototipi kurulmak istenen 100 MW gücündeki reaktörün başarılı olması, buna dayanarak ticari elektrik üreten toryum reaktörlerin devreye girmesi ve bu reaktörlerin enerji planlamalarında yerini, alması 2025-2030 yıllarının enerji projeksiyonu olarak nitelendirilmektedir. Örneğin, füzyon reaktörlerinin esasları (diğer bir deyişle güneşteki nükleer reaksiyonların benzerini gerçekleştirerek enerji üretimi) yıllar evvel bulunmuş, laboratuar deneyleri tamamlanmış daha da geliştirilerek çeşitli sistemler kurulmuş fakat 30 yılı aşan bir süreç geçmiş olmasına rağmen henüz ticari elektrik üretimi yapan bir ünite kurulmamıştır. Konu edilen toryum reaktörlerinin bu kadar zorluk çıkarmayacağı anlaşılmakla birlikte çözülmesi gereken pek çok mühendislik sorunu çeşitli kesimlerce ifade edilmektedir. .Ülkemizde, Maden Tetkik
Arama Genel Müdürlüğü'nce geçmiş yıllarda yapılan aramalar sonucunda,
Eskişehir-Sivrihisar-Kızılcaören yöresindeki nadir toprak elementleri
ve toryum kompleks cevher yatağında, %0,21 tenörlü 380.000 ton görünür
ThO2 rezervi saptanmıştır. Söz konusu yatağın genelinde yapılacak
sondajlı arama çalışmalarıyla bu rezervin, iki katına çıkması
olasılığı MTA tarafından belirtilmektedir. Ancak, cevherin
zenginleştirilmesiyle ilgili teknolojik sorunlar henüz tam olarak
çözülmüş değildir. Maden Tetkik Arama, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ve
Eti Holding A.Ş tarafından yapılan teknolojik deneyler, bu aşamada
yatağın doğrudan toryum olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını
göstermiştir. Saha, nadir elementler ile barit-florit içerdiğinden,
yatağın kompleks cevher olarak değerlendirilmesi ve bu konudaki
çalışmaların desteklenmesi şimdilik daha çok önem kazanmaktadır. Diğer
taraftan, Malatya-Hekimhan-Kuluncak'ta mevcut benzer nitelikli toryum
yatağı da gerekli çalışmaların yapılması durumunda, söz konusu rezerve
katkı yapabilecek durumda olduğu belirtilmektedir.
Doç. Dr. Ali KAHRİMAN Araş. Gör. Dr. İlgin KURŞUN
|