www.hekimhan.com

 

30 lu 40 lı yaşta olanlara...

Sağım solum küppe.....
Şimdilerde şairin tabiri ile yolun yarısına gelmiş olan nesil, çocukluğunu ya da ilk ergenlik yıllarını 1982, yani Özal öncesi yaşamış kişiler.
30 ile 40 yaşları arasındaki Türk insanı üzerinde, yaşadıkları dönemin çok büyük etkisi olmuştur. Onca olumsuzluğa, onca yokluğa rağmen o yıllara karşı müthiş bir özlem taşır içinde. Özlem, çocukluk ya da gençliğe midir yoksa o yılların masumiyeti ve saflığına mıdır bilinmez.
Yıl ya 78 ya da 79. Erkek kardeşim bir- iki yaşında, ben ilkokuldayım.

Evimizin karşısındaki müstakil evde  gençler yaşıyordu ve ev arada sırada silahlı kişiler tarafından basılıyordu. Biz, kaza kurşununa hedef olmamak için ailecek yere yatıyorduk. Yolda yürürken bile birileri sizi durdurup kimlik soruyordu. Her hafta sonu, evimizin duvarına yazılan yazıları boyuyorduk.
Okuduğum ilkokulun karşısındaki dükkanda  simit,gazoz,şekerleme dışında bir şey yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu. Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca biriktirip, tüpte şokella, leblebi tozu veya şeker sucuğu alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını hala hiçbir şeyde bulamıyorum.
     Ama o zamanın çocukları bile bir tuhaftı, ben mahalledekilerle paylaşmayınca  oyuncaktan da zevk almıyordum. Hala gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bugünün TASO'larına benzeyen şeyler yapıyordum. Dokuztaş, misket, küppe,lömbük,üsten atlamaç,uzun eşek... hele o "sağım solum küppe...", unutulur gibi değildi.
İnşaatlardan sökülen paslı çivilerle oynanan damda toprağa çivi saplamaca ve yine oradaki bacada tezek dumanıyla ısınma gibi tamamen yokluğun tetiklediği yaratıcılık örnekleri. Sokaklar bizim, dert yok, tasa yok, oyuncak yoktu, olsa da devir hesap devri alacak para yoktu ve eğlence yaratıcılığımıza kalmıştı. Yaz günleri, sabahtan akşama kadar sokaktaydık. "Sokağa Çıkmak"diye bir deyim vardı.

Hayat o kadar güzeldi ki, ilk aşkıma dört yaşında vurulmuştum. Net hatırladığım bir sahne var:  Babası ona iki tekerlekli bisiklet almış ve bana "Yarın seni de bindireceğim" diye söz vermişti. Bindim mi? Hatırlamıyorum, sonra taşındılar ilçemizden.
Çarşıda  bir Karpuzcumuz vardı. Salı Cuma karpuz, kavun getirirdi kamyonla. "Kavun ye bal ye" diye bağırırdı. Hakikaten de o kavun bal gibiydi. Hacı Dayının sıcacık “tırnaklı çarşı ekmeği” ile karpuz yada üzüm...Hele o zamanın çilekleri, bir reçel kaynadı mı, değil evleri mahalleyi sarardı o nefis çilek kokusu. Reçel yapılacak çilek neredeyse bir gün boyunca beş altı kez suyu değiştirilerek kovalarda bekletilirdi toprağı çıksın diye. Üstelik suya da rengi geçmezdi. Şimdi çilekler toprakta yetişiyor ama toprağa değmeden büyüyor.Güneş alıyor ama tatlandırmıyor. Belki de o yüzden, hiçbir nebatatın o zamanki gibi ne tadı var ne de kokusu. Hatırlayanlar bilir kumun içinde mısır patlatmalar,kavurulmuş ayçiçeği çekirdeği takviyeli buğday kavurgası,kesmece,dövmeç..Herşey az ama çok tatlıydı.
Siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, küçücük parmaklarımızın arasında kaybolana dek bıçakla yontulan kalemler -ki kalemtıraş kullanmak israftı, sınıflardaki çöp kovası onu kalem açma kuyruklarını unutan var mı? Okul dedinizde hiç cebinize “somun ekmeğini” sokupta derste yiyeniniz varmı,mutlaka vardır.Oysa o devrin insanlarının , şimdilerdeki çocuklarının ağzındaki deyimler, cep telefonu ile sms,playstation,country strike v.s...Yanlış anlaşılmasın:bizim ki teknoloji düşmanlığı değil.Üstüne bastığımız nokta “kültürel aşınma”(aslında burda kültürel dejenerasyon diyeceğim,ama yazımla çelişkiye düşecek diye yazmıyorum...)

 Spiedermen veya barbie resimli çok fonksiyonlu çantalar yerine muşambadan postacı çantası veya elde taşınan defter-kitaplar.  Uçlu kalem geldiğinde memlekete, uzay mekiği gibi bakmıştık ve onun ucu da uzay mekiği fırlatma rampası gibi kavrardı kapkalın kalem uçlarını.
Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için. 40 lı yıllarını sürenler için o dönem, terörle,sağ-solla özdeş. Zira çoğu Üniversiteyi ya zar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa, parasızlığa ve kardeş kavgasına rağmen. Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı, sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası güzellikler bıraktı.
O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor. Sahip olamadıkları oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları. Yedikleri dayakların inadına seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden yara kabuğu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar. Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar, zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar, bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar .
O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama onca imkâna rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı saklambacı ve hatta uçurtma uçurtmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları marketlerde hazır yapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma uçurmanın tadını bilmiyorlar.
Okulun açılacağı haftanın öncesinde önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya ihtiyacı yok çünkü. Kâğıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kâğıt koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor.
Hiç dut silkelemediler,  hiç cevizve kiraz ağacının ince dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine...
Mutlular mı?

Umarım öyleler.
Peki, çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı?

Umarım...  

 

Bir dosttan, Teşekkürler hemşehrim.

 

www.hekimhan.com

www.hekimhan.org

www.hekimhanhaber.com